BEZM İ AŞK
Elindeki çatal uçlu çapayı bir kez daha vurdu sertleşmiş toprağa. Küçük tahta çitlerle korumaya aldığı küçük alandaki tüm toprağı çapalamıştı Hatice. Geniş toprak tepside çimlendirdiği domates tohumlarının, topraktan yeni yeni boynunu uzatan narin fidelerini usulca alarak kazdığı hat boyunca ekti toprağa. Belini tutarak doğrulduğunda usulca can sularını da verdikten sonra, son bir göz gezdirdi fidelerine.
Allah insanı ne garip bir tabiatta yaratmıştı hakikaten. Yaşadığı her şeye ne kadar çabuk uyum sağlayabiliyor, nasıl kanıksayabiliyordu . Daha dün konak gibi evlerinde eksiksiz, noksansız dört başı mamur bir hayat yaşarken, bu gün eski bir hanın tek göz odasında hayata tutunmaya çalışıyorlardı. Köyde, kendi evlerinde ekim yapabilmek için kaç dönüm bahçeleri, toprakları varken, bu eski hanın bahçesinin küçücük bir köşesine sıkıştırıyordu güç bela bulduğu domates tohumlarını.
Derin bir nefesle soluklandı Hatice. Her şey nasıl üst üste gelmişti. Acısını, elemini bile layıkıyla yaşayamamıştı. Ramazan bayramından birkaç gün sonra annesini kaybetmiş, on gün kadar sonra da başlarına yağan bombalarla, gâvur çizmesiyle çiğnenen topraklarından apar topar kaçmışlardı.
Annesinin ve kardeşlerinin mezarı başında söz vermişti halbu ki. Her Cuma günü onları ziyaret edecek, mezarları üzerinde ayrık otlarının bitmesine izin vermeyecekti. Cuma Müslümanın bayramıdır diye o günlerde gidip su dökecekti mezarlarının üstüne. Firar ettiklerinden beri hiç inememişlerdi ki köye gidip ziyaret etsin. Yarın Kurban bayramıydı hiç olmazsa bayram günü gidebilseydi kabristana.
Küçük domates bahçesinin başında bağdaş kurarak oturdu yere. Anası, kardeşleri düşmüştü işte yine aklına. Gözünden akan yaşlarla yavaşça yüreğini dağlayan o türküyü kısık sesle mırıldanmaya başladı.
Geceler yarim oldu
Ağlamak karım oldu
Her dertten yıkılmazdım
Sebebim zalim oldu
Bayram benim neyime
Kan damlar yüreğime
Anam anam garibem
Başı önüne eğik, toprağa damlayan sicim gibi yaşlarıyla öyle dalgın tutturmuştu ki türküyü arkadan gelen aksak ayak seslerini duyamamıştı. Omzuna değen elle irkilerek son verdi türküsüne.
-Hadi güzel kardeşim, herkesi sofraya bekliyorlar. Kaptırmışsın yine kendini.
Hatice, ıslanmış yanaklarını yemenisinin ucuyla silip ayaklandı. Hiçbir şey demeden sadece kafasını sallayarak, Huriye'nin adımlarına ayak uydurarak iç avluya doğru yürüdüler.
Temmuz ayının başlarında geldikleri bu köyde diğer insanlarla birlikte yardımlaşarak yeni bir hayat düzeni kurmuşlardı kendilerine. Köydeki birkaç inekten alabildikleri sütü, tavukların yumurtasını, topladıkları otları, köylünün ambarındaki unu, fasulyeyi, bulguru paylaşıp sofralarına katık ediyorlardı. Handa kalanlar hep birlikte sofra kuruyor, ekmeklerini birlikte pişiriyor, az ölçekteki gıda maddelerini el birliğiyle tasarruflu kullanmaya çalışıyorlardı.
Genç erkeklerin hemen hemen tamamı yiyecek temin edebilmek ve kasabada ya da diğer köylerde ki erkeklerle görüşüp vatan topraklarını düşman elinden kurtarabilmek konusunda fikirler almak, planlar yapmak için sıklıkla kasabaya iniyorlardı.
Bu delikanlılar yolda gelirken düşman çetelerine tek yakalanmamak için küçük çeteler halinde birleşip geziyorlardı. Yerlerinin tespit edilmesinden korktukları için gittikleri zaman bir iki ay dönemiyorlardı. Katırlı'yı her terk edişlerinde mutlaka içlerinden iki genci nöbetçi bırakıyorlardı arkalarında. Bu sefer köyde nöbetçi olarak Engürü'lü Bayram ile Umurbey'li Yusuf'u bırakmışlardı kıymetlilerinin başlarına.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yadigâr
Ficção HistóricaYüz yıl önce başlamış olsa da hayatları, tıpkı bugünkü gibi yaşadılar acıları, sevinçleri, aşkları. Acılarla yoğrulmuş bir hayatları, ihanetle savaşları, hayata tutunmak için kaçışları, sımsıkı tutundukları bir aşkları, tarihi baştan yazacak umutla...