MUKADDERAT
Ümitle ümitsizlik arasında geçiyordu günleri genç adamın. Giritli komşuları ile arası hiç düzelmedi Osman'ın. Ömer bir iki kez onunla konuşmayı denediyse de sert bakışları karşısında susmak zorunda kaldı. Adile bile Osman varken gelmiyordu artık evlerine.
Osman kabul etmişti hatasını. Duvara konuşmaktan farkı olmasa da defalarca konuştu Hatice'yle. Anlattı onu nasıl kıskandığını, gözünün nasıl karardığını. Genç kız sadece dinledi, çoğu zaman gözleri bile gözlerine değmedi.
Mehmet Bey'in evi tamamlanmıştı. Üç beş parça çul çaputlarını toplayıp, Hatice'yi de beraberlerinde götürerek taşındılar yeni evlerine. Hatice'ye çok fazla alışan minik Emine çok ağlayınca onu da beraberinde götürdüler yeni evlerine. Hatice, dert ortağı Huriye ve peşlerinde dolanan minik kelebekler, Melek ile Emine sayesinde eski neşesine bir nebze de olsa kavuşmuştu artık.
Havaların iyice güzelleşmesiyle, kızlar bahçeye daha sık gider olmuşlardı. İşleri bittikten sonra çardağa kurdukları sedirde keyifleniyor, ufaklıklarla beraber bütün günlerini burada geçiriyorlardı. Bebekleri kurdukları hamakta uyutuyor sabah evden gelirken getirdikleri azıklarını yiyerek, kâh hayvanlarla uğraşarak, kâh bahçedeki çiçek tarhlarını düzenleyerek, bazen de tarlaların kenarındaki ağaçlarla oyalanarak akşamı ediyorlardı.
Hatice en çok bahçede kendi elleri ile yaptığı çiçek tarhları ile ilgilenmeyi seviyordu yine. Dut ağaçlarının altına diktiği akşam sefalarının günlük serüvenlerini takip etmek ayrı bir huzur veriyordu kıza. Artık çok daha iyiydi Hatice. Osman'ın sabırlı ilgisi sayesinde kızgınlığı, kırgınlığı epeyce azalmıştı.
Kızla konuşabilmek için her fırsatı kollayan Osman, Yusuf'un hatırlatmasıyla Abdullah meselesini anlattı Hatice'ye. Genç adamın anlattıklarına normalde tepki vermeyen genç kız, söz konusu kardeşinin istikbâli olunca kayıtsız kalamamıştı.
-İşte böyle Hatice'm. Anlayacağın bizim Abdullah abayı yakmış bizim kıza. Yusuf anlattı, sürekli gizliden bahçeye gelip izliyormuş kör âşık. Normalde olsa çok kızardım, asla izin vermezdim böyle bir şeye ama Huriye'de ayağından yaralı bir kuş. Onu da ancak çok seven, nazik seven bir kalp incitmeden yaşatabilir diye düşünüyorum. Yusuf, anamla beraber gelip isteyelim diyor. Biliyorsun kimsesizdir Abdullah. Akraba bile kalmamış köyünde. Amcama söylememiz lazım ama ben önce Huriye'yle konuşsak diyorum. Rızası olur mu, istemez, beğenmez mi çocuğu bilemedim.
-Hemen amcama söyleme dur hele. Önce bir Huriye'yle konuşalım. Senden utanır, sen deme bir şey kıza. Ben konuşurum onunla. Olur derse de önce kızla oğlanı konuşturmak lazım. Oğlan anlatsın ikna etsin kızı. Ben Huriye'den değil de asıl Mehmet Amcamdan korkarım. Ya oğlan fakir kimsesiz diye vermezse kızı. Biliyorsun parayı sever azcık amcam.
-Haklısın akıllı yârim benim. Hele bir gençler olumlu cevap versin, babama anlatırım önce meseleyi. O tamam derse karşı duramaz amcam. Hatice'm ben diyorum ki, bir piknik yapalım. Yusuf'lar Abdullah bir de biz gidelim. Ben izin alırım amcamdan ha olur mu?
-Huriye'yle konuşayım ben önce. Bu gece sorarım ben ona. O görüşelim derse yarın söylerim sana.
Hatice o gece Huriye'yle konuşmuş çok zor da olsa ikna etmişti oğlanla görüşmek için pikniğe gitmeye. Osman ertesi gün amcasından Hatice'nin gönlünü almak bahanesiyle izin almış, Yusuf'a da haber salmıştı.
Birkaç gün sonra pikniklik azıklar hazırlanmış, Umurbey'de Aytepe'de buluşmuşlardı. Yusuf ile Emine'nin neşeli sohbetlerinden sonra Huriye ile Abdullah'ı baş başa bırakabilmek için dolaşmaya çıkmışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yadigâr
Ficción históricaYüz yıl önce başlamış olsa da hayatları, tıpkı bugünkü gibi yaşadılar acıları, sevinçleri, aşkları. Acılarla yoğrulmuş bir hayatları, ihanetle savaşları, hayata tutunmak için kaçışları, sımsıkı tutundukları bir aşkları, tarihi baştan yazacak umutla...