SİTEMKÂR
Zulümden kurtarılarak Selimiye Kışlasına götürülen Müslümanların ardından Helen Rüyasını gerçekleştirmek isteyen Yunan askerleri Türklerden arıtılan topraklar nedeniyle zafer sarhoşluğu yaşıyorlardı.
Gemlik'ten Armutlu'ya doğru olan kıyı boyundaki Türk köylerinde çok sayıda insan öldürülmüştü. Türk halkın bir kısmı Bryony gemisiyle İstanbul'a götürülmüş, kalanların çoğu da dağlara kaçışmıştı. İznik Gölü tarafında bulunan Türk köylerindeki insanlarda aynı şekilde eşkıyalar gibi dağlarda yaşamaya çalışmaktaydı. Kasabada çok az sayıda Türk kalmış olsa da silahların gölgesinde zulümler devam ediyordu.
Kış kendini göstermeye başladığında Yunan askerleri dağlarda yaşayan insanların köylerine inmemesi için bütün köyleri yakmışlardı. Evlere girip değerli gördükleri, halı, kilim, ziynet eşyalarını gasp ettikten sonra evleri de, baskınlar sırasında evlerde yakaladıkları insanları da diri diri yakıyorlardı.
Müslümanlık ile ilgili her şeyi engellemeye çalışıyorlar, özellikle dini bayramlarda evlerde silah aramak bahanesiyle baskınlar yapıyor ibadetlerini engelliyorlardı. Namaz kılan birilerini gördükleri zaman ayaklarını sırtlarına koyup secdeden kalkmalarına izin vermiyorlar, secdede kalmış insanların üzerine işeyerek hakaretler ediyorlardı.
En son bayram namazı esnasında camilere hayvanları sokarak ahır haline getirmiş, topluca girdikleri çarşı camisinde bayram namazını kılmalarını engellemek için halıların üzerine hacetlerini görmüşlerdi. Müftüyü ve imamları hapse atmış, kendi emellerine alet olabilecek ehliyetsiz kişilerden atamalar yapmışlardı. Kinle bilenmiş zımmiler ve Yunan askerleri el birliğiyle, inanılmaz işkence teknikleri geliştiriyorlardı.
Tarlalarda, zeytinliklerde, bağlarda çalışırken yakaladıkları insanları kadın, erkek, çocuk gözetmeksizin ağaçlara baş aşağı asıyor sopa ile ya da telefon tellerinden yaptıkları kayışlarla öldüresiye dövüyor ya da altlarında ateş yakarak dumanla boğulmalarını sağlıyorlardı. Yaşlı kadınları ağaçlara baş aşağı bağladıktan sonra paçalı donlarının içine kedi koyarak işkenceler yapıyorlardı.
Tarlalarda buldukları ekinleri bunlar size haramdır diyerek söküp atıyor, tarlaları, zeytin ağaçlarını, ormanları ateşe veriyorlardı. Sürekli yağmalama yapıyorlar, yağmalarda beğenmedikleri eşyayı yığınlar halinde yakıyorlardı.
Aldıkları hadsiz alkol ile cüretleri daha da fazlalaşıyor, kıyıya köşeye saklanmış kadınların küçük kızların ırzına geçmek için onları hapsediyorlardı. İnsanları çeşitli işkencelere tuttuktan sonra öldürüyorlar, öldürdükten sonra parçalıyor, organlarını keserek ağaçlara asarak insanlık dışı davranışlar sergiliyorlardı.
Bu masum insanların bu vahşete uğramalarının sebebi, Müslümanlığa inanmış olmaları ama en çokta yüzyıllardır, İstanbul'un fethinden beri kin besledikleri Türk kanını taşıyor olmalarıydı.
Tarih boyunca kendilerine barbar diyen Avrupalılar, İstanbul'un fethi sırasında, Fatih Sultan Mehmet'in Rum ve Ermeni patrikhanelerine tanıdığı serbestlik, kiliselerine, ibadetlerine gösterdiği müsamahayı unutmuş, şahit oldukları zulümler ve Türk soykırımı karşısında sessiz kalarak tarihin sahnesinde gerçek barbarlardan gerçek soykırımı seyrediyorlardı.
Sabır insanoğluna bahşedilmiş değerli ve büyük bir erdemdir. Bunca zulme, açlığa, soğuğa, yoksunluğa dayanabilmeleri hep o erdemin verdiği güçtendi. Osman Gazi'nin hocası, piri Şeyh Edebali, kara bir dikeni yutmak, diken içini parçalayıp geçerken sessiz kalmak demişti sabrı tarif ederken. Oysa sabır suskunluk değil, kimselerin duymadığı feryat demekti. Feryatlarını arşa yollamış, medeti arş-ı aladan ummuşlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yadigâr
Historical FictionYüz yıl önce başlamış olsa da hayatları, tıpkı bugünkü gibi yaşadılar acıları, sevinçleri, aşkları. Acılarla yoğrulmuş bir hayatları, ihanetle savaşları, hayata tutunmak için kaçışları, sımsıkı tutundukları bir aşkları, tarihi baştan yazacak umutla...