VİRANE
Bak şu dünyanın türlü haline
Hiç kimseler çare bulmaz ölüme
Sabredelim gönül elden ne gelir
Ne gelirse kula Allahtan gelir
Ben dertliyim bana derman bulunmaz
Yüreğimde yaralarım iyi olmaz
Haktan gelene çare bulunmaz
Sabredelim gönül elden ne gelir
Ne gelirse kula Allahtan gelir
Benim işim ancak Hakka kalmıştır
Ciğerime kara kanlar dolmuştur
Eyüp peygamberden miras kalmıştır
Sabredelim gönül elden ne gelir
Ne gelirse kula Allahtan gelir
Derin bir nefes alarak bıraktı kendini yatağının üzerine. Gözünden akan yaşlar artık gerçek anlamda canını yakıyordu. Son zamanlarda o kadar çok ağlamıştı ki gözyaşının tuzu yüzünden gözlerinin dış kenarları zedelenmiş acıyordu. Ağlamak istemiyordu artık ama bu ilahiyi söylerken farkında olmadan dökülüyordu yaşlar gözünden. Söylemese bu ilahiyi o zaman konuşmayı unutacaktı sanki. Bir tek bu ilahiyi söylediği zaman ağzından anlamlı sözler dökülüyordu. Mübarek bu ilahinin sözleri de ne kadar onu anlatıyordu. "Benim işim ancak Hakka kalmıştır." Geleceği ifade eden en anlamlı söz dizisiydi işte bu.
Defalarca düşünmüştü Hatice. Hatasının ne olduğunu, onun niye delirdiğini, bu kadar hakarete maruz kalmasını sağlayacak ne yaptığını bulamadı. Adını hiç zikretmiyordu, hoş kimseyle uzun zamandır konuşmuyordu da. Onun adını değil dudaklarına, düşüncelerine bile almıyordu artık. Öylesine kırık, öylesine virandı ki gönlü değil yüzü adı bile haramdı artık ona biliyordu.
O uğursuz günden sonra iki gün boyunca hiç yatağından çıkmamış ve hiç kimseyle konuşmamıştı. Adile'nin ve Huriye'nin konuşturma çabaları da, Ayşe Gelinin yalvarmaları da boşunaydı. Hatta henüz on günlük evli olan Emine bile gelmişti başına onu konuşturabilmek için. Verebildiği tek tepki, Emine'nin Osman'ın o gece onlarda kalışı ile ilgili anlattıklarına daha çok ağlayışı olmuştu.
Hatice kimseye bir şey anlatmayınca o günün tek şahidi Adile bildiği kadarıyla yaşananları anlatmıştı herkese. Yengesi amcalarına da bildiklerini anlatmıştı mecburen. Kaya Bey, kızın iki gün boyunca boğazından bir şey geçmediğini görünce müdahale etmesi gerektiğine karar vermişti. Genç kız baba yarısı amcasının şefkatli kolları arasında da hıçkırıklarını durduramamış ama ona da tek kelime etmemişti. En azından aralarına karışmış, bir iki lokma bir şeyler yemişti. Kızın perişan haline üzülen Kaya Bey, Osman'ı bulmadan, onunla konuşmadan neler olduğunu anlayamayacaktı.
Ertesi gün deli fişek oğlunu tarlada, bağda, zeytinliklerde, olabileceği hiçbir yerde bulamayınca aklına Yusuf gelmişti. Umurbey'de yaşayan taze evli Yusuf'a sorduğunda, Osman'ın yalnız bir gece onlarda kaldığını, perişan halde olduğunu ama ağzını açıp tek kelime anlatmadığını söyledi.
-Kaya Bey amca, geç saatlere kadar oturdum yanında, konuşsun anlatsın diye uğraştım. Emine'de meraklandı, korktu Hatice'ye bir şey oldu diye. Hatice'nin adını anınca bir celallendi bir kükredi bize sorma. Onun adını anmayacaksınız bir daha benim yanımda diye bir bağırdı, camlar titredi yemin ederim. Ne dediysem, ne yaptıysam anlatmadı hiçbir şey. Sabah kalktığımda yatağı hiç bozulmamış, geceden tepsiyle bıraktığım süte, peynire, hiçbir şeye dokunmadan sessizce çekip gitmiş. Neler oldu amcam. Korkmalı mıyız?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yadigâr
أدب تاريخيYüz yıl önce başlamış olsa da hayatları, tıpkı bugünkü gibi yaşadılar acıları, sevinçleri, aşkları. Acılarla yoğrulmuş bir hayatları, ihanetle savaşları, hayata tutunmak için kaçışları, sımsıkı tutundukları bir aşkları, tarihi baştan yazacak umutla...