ÖMÜR
Çocukken hiç bitmeyecek sandığımız, büyüdükçe çokta uzun olmadığını anladığımız bir yolculuktur hayat. Bilerek, isteyerek başlamazsın yaşamaya ama sana sunulan kader çizgisinde hür iraden, isteklerin, kararlarınla şekillendirir, yön verirsin hayata. Yaşarken, hele gençlik çağlarında o güç, o inanç, o istek varken çala kaşık saldırırsın hayata. Oysa kısmetinde ne varsa o gelecektir kaşığına.
Hatice için de hayat inişli çıkışlı, yağmurlu güneşli, meltemli boranlı, taşlı çakıllı uzun bir yol oldu. Kahkaha atmaktan çoğu zaman hicap duysa da içinden gelerek kana kana güldüğü de oldu, hıçkıra hıçkıra ağladığı da.
Hayatının ilk yıllarında peş peşe gelen ölümlerle en çok yalnız kalmaktan korksa da, kalabalık bir ailesi oldu daima. Anası, babası, kardeşleri eksik kaldı belki hayatında ama her birinin yarısı diyebileceği biri oldu daima başucunda. Kaya Amca baba yarısıyken, Feride Yenge kaynana değil ana yarısı oldu mesela. Ayşe varlığıyla gücüne güç katan bir ablayken, Huriye eksiğini tam yapan kardeşi. Osman, eri, eşi, işi, gücü, hüznü, sevinci her şeyi.
Osman bir daha hiç üzmedi hüzün perisini. Gözü gözünden, eli teninden, tatlı sözü dilinden bir daha hiç eksik olmadı. Elleri tenini severken, gözleri ruhunu, sözleri gönlünü sevdi hep sevgili hatununun.
Bir daha hiç eksilmedi Hatice. Bazen yarım kalsa da sevinçleri, baskın çıksa da kederleri bilirdi, bırakmazdı sevdiğinin elleri. Sırtını dayadığı, derdini paylaştığı, ömrünü adadığı o güzel adam bir gün bile çekmedi ellerini omuzundan. Haklı da olsa suçlu da, kızgın da olsa kırgın da kadınını hiç yalnız bırakmadı içsel savaşlarında.
Yeniden kurulan devleti için bir ara öğretmen oldu mesela. Olmadı, yapamadı, karısını almadan uzaktaki o köyde yaşayamadı. Yârinin mis kokusunu ciğerine çekmeden, ahu gözlü ceylanının hüzün yüklü gözlerini görmeden, karısının bal damlayan sözlerini duymadan yapamadı. On beş günden fazla uzakta duramadı yaşam pınarından.
Hayat öyle güllük gülistanlık geçmedi elbette ki. Hatice'nin ölümle sınanmaları hiç bitmedi mesela. Mutluluğa adım attığının üstünden henüz birkaç yıl geçmişken, baba yarısını yatırdılar toprağa. Sonra sırayla gitti bir bir büyükler. Sadece büyükler değildi ki gidenler, hısım, akraba, ahretlikler, yeğenler de hep kendisinden önce gittiler.
Kocasıyla aşkları meyvesini bir yıl sonra verince babasının adını verdi ilk göz ağrısı oğluna. Hüseyin, şehit babası gibi kınalı, çilli, güler yüzlü bir yiğit oldu serpilip, geliştikçe. Uzunca bir zaman tek çocuk olarak sürdü saltanatını babası güzel Osman'ın omzunda.
Bir yıl sonra ikinci çocukları Ahmet geldi dünyaya. Kırk günü dolmadan yatırdılar toprağa zavallı bebeciği. Sonra bir güzel kız çocuğu dünyaya merhaba dedi. Osman'ın anasının ismini verdiler kızlarına. Üç aylık olunca bir gecelik yüksek ateşin sabahında soğumuş bedenini buldular oymalı tahta beşikte. Ardından birkaç yıl sonra güzeller güzeli ikiz kızları geldi dünyaya. Ayten ile Nurten'in sekiz ay sürdü ömürleri. Hatice'ye sorsanız, o kadar güzellerdi ki nazardan çatladılar. Birer yıl arayla iki çocukları daha oldu sonradan. Adları bile koyulmadan onlar da düştü toprağa.
Aşkıyla hayata tutunduğu kocasının kanından, kendi canından ibaret altı nefesi toprağın kara bağrına vermek hiç de kolay değildi. Çok korktu Hatice. Ebe kadın tekrar hamilesin deyince soluğu türbelerde, yatırlarda alıp, adaklar adadı. Allah elinden aldıklarının telafisi gibi iki bebek daha bahşetmişti onlara. Bu sefer biri kız biri oğlan. Afşin ile Nurşin ölürler korkusuyla el bebek gül bebek büyüdüler Osman'la Hatice'nin koynunda. Biraz büyüdüğünde Nurşin'in kalbindeki marazı öğrenince evladı kaybetme korkusunu yeniden yüreklerine düğüm ettiler.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
yadigâr
Historical FictionYüz yıl önce başlamış olsa da hayatları, tıpkı bugünkü gibi yaşadılar acıları, sevinçleri, aşkları. Acılarla yoğrulmuş bir hayatları, ihanetle savaşları, hayata tutunmak için kaçışları, sımsıkı tutundukları bir aşkları, tarihi baştan yazacak umutla...