MEZALİM
Birkaç ay öncesinde denizin kıyısında huzurla gezerlerken, şimdi o denizi ancak kuşlar gibi tepeden görebiliyorlardı. Düşman buralara da gelirse nereye kaçacaklardı? Buradan gayrısı bedenden sıyrılıp, semaya yükselmekti artık.
O eski, metruk hanın içinde kışı zor geçirdiklerini zannederken, Mevla hatırlatmıştı işte beterin beteri olduğunu. Şimdi üstlerinde dam diye ne o hanın çatısı vardı, ne de üstlerine örtebilecekleri pöstekileri. Kaçarken üstlerinde ne varsa o vardı üzerlerinde esvap diye. Katırlı'da anca kırıldı soğuk derken, bazı yerlerinde karlar olan bu dağ başının ayazı insanın ciğerlerini yakıyordu.
Sırtını kendi göğsüne dayadığı Muzaffer kucağında, sessizce ufuktaki denizi seyreden Huriye'ye döndü Hatice.
-Ah be Huriye'm. Ne olacak bizim halimiz? Yersiz yurtsuz göçebe kuşlar gibi oradan oraya kaçarken, son nefesi nerde vereceğiz acaba?
-Mevla nerde yazmışsa, orada vereceğiz emaneti gülüm. Dert etme. Bunlar hep imtihan biliyorsun. Bu kadar derdi gönderip, sabrını da yanına ekleyen, ecrini de verecektir nasılsa.
Üstat mesnevisinde ne der bilir misin kardeşim?
"Sopayla kilime vuranın gayesi , kilimi dövmek değil, tozunu almaktır. Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır. Niye kederlenirsin?" der.
- Ya tamam hafızım da dövüle dövüle yeterince temizlenmedik mi? Azıcık bir kirlenseydik de ondan sonra yine dövülseydik.
-Tövbe tövbeeee. Kalk kalk anamların yanına gidelim, Osman'sızlık başına vurdu senin anlaşılan.
Kaçtıkları günün akşamı, baskın sırasında kasabada olan köyün adamları ile birlikte Osman'da gelmişti dağda sığındıkları tepeye. Zulüm çetesi de muhtemelen onların grubu takip ederek köye saldırmışlardı.
Anlatılanlara göre, harap olan Ermeni ve Rum köylerindeki insanları Yunan askeri kaçan Türklerin evlerine yerleştirmiş, kasabaya yakın köylerden sonra daha yüksekte ki Türklerin yaşadıkları dağ köylerine de saldırmışlardı.
Bu son saldırılarda kurtulabilenlerle birlikte, yaşamaya çalıştıkları Belengürü tepesinde yaklaşık yüz yirmi nüfus olmuşlardı. Umurbey, Kavakdibi, Muradoba, Katırlı, Hamidiye, Şükriye köylerinden hemen hepsi tanış olan bu insanlarla yeni bir köy kurulmuştu yaylada.
İlk birkaç gün dağın zengin doğasında bulunan yaban otlarından, dağ kestanelerinden, yaban armutlarından nasiplenseler de bunca kalabalığın karnını doyuracak ciddi boyutta erzağa ihtiyaçları vardı. Katırlı'da olduğu gibi burada da delikanlıların temin gurupları oluşturarak aşağılara inmeleri şarttı. Üstelik on gün sonra Ramazan ayı başlayacak, ağızları oruçla mühürlenen insanların ayakta durabilmelerini sağlayacak kadar yiyeceğe ihtiyaçları olacaktı.
Osman'da bu en son giden erzak temin gurubunun içindeydi. Diz dize oturup konuşamıyor olsa da, onun kendisine sevgiyle gülen gözlerine bakıp yaşama dair ümitlerini taze tutabiliyordu genç kız. Huysuzluğu da aşağılara ineli neredeyse bir hafta olan Osman'ın henüz dönmemesindendi.
Bu sefer Orhangazi tarafına inmişler, Ermeni köyü olan Gürle'den iki inek bulunca, iki kişiyi bu ineklerle Belengürü'ye geri yollamışlardı. Birkaç gün sonra İznik Gölü tarafındaki Ermeni köylerinden ve Orhangazi civarlarından topladıkları kuru gıda, zahire , küçükbaş hayvanlar ve kümes hayvanları ile guruptan birkaç genç daha dönmüştü. Gelenlerden, Osman'ın, Yusuf'la beraber Gemlik'e gittiğini öğrenmişlerdi. Hem olan bitenden haber almak istiyorlardı, hem de bulabilirlerse daha fazla erzak temin edeceklerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yadigâr
Historical FictionYüz yıl önce başlamış olsa da hayatları, tıpkı bugünkü gibi yaşadılar acıları, sevinçleri, aşkları. Acılarla yoğrulmuş bir hayatları, ihanetle savaşları, hayata tutunmak için kaçışları, sımsıkı tutundukları bir aşkları, tarihi baştan yazacak umutla...