GİRİZGÂH
Hayat, gelenin kalmadığı, gidenin dönmediği, bin bir çeşit duyguyla çeşnilenmiş dünyada, bir sırça köşk içinde, gönül payitahtında , bir ömürlük vakitte sürülen saltanattır. Bembeyaz kundaklarla girdiği sarayında, kendi iradesiyle hükmünü sürer sırça köşkün sultanı. Günleri sayılıdır. O sayılı günleri benzemez birbirine, kimi gün gamlı baykuş, kimi gün bahtiyardır. Vakterişip cülus günü gelince dört kollu taht üstünde, nasip olursa eğer bir avuç cemaatle terk-i diyar eyleyip verecek aldığı emaneti.
Saltanatı boyunca her taamın tadına bakar insan. Gözyaşının tuzunu, kayıpların hüznünü, yüreğinin sesini, mutluluğun resmini, gülümseyen yüzünü, düğüm düğüm nefesi, bir tadımlık paylarla katık eder ömrüne.
Dün, bugün ve yarından oluşan, şu üç günlük dünyada, varlık içinde yoklukta yaşar yoktan var olan insan, yoksunluğu alt edip çokta edebilir bir lokmacık varını. Çokken yok edebilirken, bir iken bin de eder ömür sermayesini. Sermaye dediğinse kimi için sağlıktır, kimine göre para, kimine ise sevda.
Sevda, kalp içinde bulunan o küçücük siyah nokta. Bir güzele vurulup, ateşlerde yandıkça, göğüsün tam ortasında acılara gark eden , kan pıhtısından ibaret o kara nokta, ten suyuyla sönmezse işte o zaman adı olur kara sevda.
Sevda dediğimiz o güçlü duyguyu biz, kâlû belâ gününde Rabbimize karşı duyduğumuz o histen tanıyoruz aslında. Yaradan, berzahta gezinenler ölümsüze duyulan aşka ulaşsın diye, ölümlü bedenlerin içine gizlemiş aşk ateşi ruhları. İlk beden bulmuş ruh, Adem olup çıkınca, içindeki eksiği arayıp bulsun diye kalbe yakın kemikten dişisini yaratmış. Havva, Adem'in eksik yanı, Adem ise Havva'nın bütünlüğü. İşte o gün bugündür eksiğimiz tam olsun diye arar dururuz aşkı yabancı bedenlerde. Aşk acısı çekince kemik sızısı gibi acır yüreğimizde.
Yaradan, dünyadaki her şeyi eksik bir parçasıyla yaratmış. Zıt gibi görünse de iyi ile kötüyü, çirkin ile güzeli, gece ile gündüzü, savaş ile barışı, zayıf ile güçlüyü, kadın ile erkeği birbirinin içine gizlemiş. O yüzden bütün tamlar iyi olduğu gibi kötüyü de barındırır içinde. O yüzden tüm insanlar aşk kadar nefreti de taşır göğsünde.
Allah kullarına gözün nurunu, kulağın billurunu , dilin tadını, elin tutuşunu, ayağın vuruşunu, kafanın usunu ömrüne sermaye etsin diye verse de yetmemiş her daim gözü aç insana. Habil ile Kabil'in o meşum gündeki kardeş kavgası, maalesef bize de sirayet etmiş. Adem oğlu, aileden, kabileye, kabileden ülkelere, ülkelerden kıtalara yayılmış ama dünyaya sığamamış, gözü hep kardeşinin elindekinde kalmış.
Halbuki pekala biliriz, hayat denilen kısır döngü, ardı üstü bir perdelik oyundur. Beyaz bir perdenin ardında, arkamızdan vuran ışığın önünde, pervaneler misali oynaşan figürleriz işte nihayetinde. Hayyam'da demiş ya bir rubaisinde;
Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz
Kuklacı felek usta, kuklalar da biz
Oyuna çıkıyoruz birer ikişer
Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.
Bu gölge oyunu misali hayatımızda belki Tuzsuz Deli Bekir olacak, belki de Kanlı Nigar. Mutlaka bir Beberuhi, yanında bir Zenne, belki Çelebi olacak o hayatın bir yerinde, belki de bir Külhanbeyi. En nihayetinde bunların hepsi, gelip geçecek olan figüranlar o gölge perdesinde. Yaradan hikmetiyle ay ile güneş gibi ya da erkekle dişi, çiftlerle donatılmış muntazam yeryüzünde, insanın dünyası, Karagöze yarenlik etmiş Hacivat'ın misali, eksiğini gideren öteki yarısı olursa tamlaşır.
İyi ya da kötü, güzel ya da çirkin, varlıklı ya da yoksul, kavgalı ya da huzurlu, kısa ya da uzun bir ömür tüketeceksin mutlaka. Yalnız iken daha zor, daha boştur hayat. O yüzden diyeceksin ille de yâr, ille de yâr . Kim bilir belki aniden çıkacak karşına şaşıracaksın, belki seninle büyüyecek anlamayacaksın. Canına can olsun diye, yarana ilaç olsun diye, yoluna yoldaş olsun diye, gönlüne sırdaş olsun diye yâr diyeceksin. Ya sana yar olacak, kendini atacaksın çukurunun dibine ya da yârim deyip, gözünü de karartıp düşeceksin peşine.
Bir ömürlük hayatta belki uzundur süre, bir sürü öykü birikir kefeninin hiç olmayan cebinde. Belki kısa süren ömrünü, katık eder başka bir canın hikâyesine. Birikir o öyküler, bir gün roman olur belki bir torunun elinde.
Anlattığım günleri binlerce kez şükür ki, ben bizzat yaşamadım. Kitapta anlatılanlar, uzun kış gecelerinde benim güzel anamın, büyüklerden duyduğu ve bana anlattığı, ibretlik gerçeklerdir. Bir kulağımdan giren söz, diğerinden çıkmadan size de anlatayım, siz de bilin istedim.
Hadi çek şimdi içine derince soluğunu. Duydun mu naftalinin o kesif kokusunu? Bir bilim dalı olan tarih değil konumuz, söz konusu insandır, bastığımız toprakta evvel zaman içinde kanlı canlı yaşayan. Onlar da sen ben gibi çektiler ciğerine bir ömürlük nefesi. Sen ben gibi düşünüp, ağlayıp, gülüştüler. Hatta bizden daha çok mücadele ettiler. Dersen ki hani şimdi neredeler? Aç kulağını dinle bak, gök kubbenin altında hoş seda şimdi, bazen aşk ile bazen yürek yangınındaki sitemle söylenen o sözler.
Haklısınız, girizgah çok uzadı. Son sözü söyleyelim. Yüzyılın öncesinde, isimler ve mekanlar hatta gün gün anlatılan olaylar bile gerçekten yaşanmıştır. Her biri toprak olmuş o güzel insanları bir de benden dinleyin, berzahtaki ruhları duysun diye, hikâyenin sonunda bir Fatiha da okuyun, lütfen esirgemeyin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yadigâr
Ficción históricaYüz yıl önce başlamış olsa da hayatları, tıpkı bugünkü gibi yaşadılar acıları, sevinçleri, aşkları. Acılarla yoğrulmuş bir hayatları, ihanetle savaşları, hayata tutunmak için kaçışları, sımsıkı tutundukları bir aşkları, tarihi baştan yazacak umutla...