17-Cemile

100 5 0
                                    


CEMİLE

Yaz sıcakları iyice kendini gösterdiği günlerde Yusuf ile Emine'nin düğünleri yapılmış, can arkadaşının mutluluğunu gördükçe kendisi de bu mutluluğu yaşamak istemişti. Düğün boyunca Hatice ile kendi düğününü hayal etmiş, babasına nasıl konuyu açacağını düşünüp durmuştu. Kız burnunun dibindeyken ona el süremiyor olmak iyiden iyiye sıkıntı vermeye başlamıştı. Buralardan biraz uzaklaşırsa biraz sakinleşir, cesaretini toplayıp babasının karşısına çıkıp evlenmek istediğini söyleyebilirdi belki.

Osman aldığı kararla babasının rızasını alarak çoktandır görmediği arkadaşlarını ziyaret etmek bahanesiyle İstanbul'a gitti. İşgal yılları boyunca hiç gidememişti ve orada dostlarını bulacağı konusunda ciddi şüpheleri vardı.

Aslına bakılırsa evden uzaklaşmak amacıyla gitmek istemişti gençliğinin ilkbaharı olan bu nadide şehre. Babası ile bir daha hiç evlilik konusunda konuşamamıştı. Yaşı otuza dayanmıştı ve artık Hatice'yi her gün gözünün önünde görüp, onun tenine dokunamamak çok daha zor gelmeye başlamıştı. Babasına hemen evlenmek istediğini söylemekte ayıp geliyordu. Oysa Hatice ile evlenme fikrini onlar sokmuştu kafasına.

İstanbul'a gelişinin dördüncü günüydü bugün. Eski hiçbir arkadaşına ulaşamamıştı. Kimisinin savaşlarda şehit düştüğünü, kimisinin salgınlarda öldüğünü, kimisinin de işgal yıllarında Anadolu'ya kaçtığını bir daha da dönmediklerini öğrenmişti. Birlikte gezdikleri yerleri gezerken, yaşadıkları yılları hatırlarken, gözünden süzülen iki damla yaş ile dua yolladı gençlikleri, ömürleri heba olup giden dostlarına.

Bir tek Cemile kalmıştı geriye bakacağı. Cemile'yi Galata'daki bir meyhanede tanımıştı. Şimdi kapısında durup tabelasına baktığı iki katlı taş bina on altı on yedi yaşlarını sürdüğü zamanlardaki halinden çokta farklı değildi aslında.

Okul zamanlarında arkadaşlarıyla sıkça geldikleri bu meyhanede şarkı söylerdi Cemile. Sahneden indikten sonra garsonluk yapar, masalarına davet eden adamlara şuh konuşmalarıyla yarenlik ederdi. Kimi kimsesi olmayan, yetimhanede büyümüş zavallı, beden işçisi bir Ermeni kızıydı Cemile. Osman'dan bir iki yaş daha küçüktü sadece.

Masalarında sarhoşken acıklı hayat hikayesini anlattığında, Osman duyduklarına kayıtsız kalamamış, daha çok da acıyarak arkadaşlığını esirgememişti genç kadından. Sevgiye, şefkate aç olan bu kadınla, yalnızca erkekliğini değil kadının kendine duyduğu sınırsız aşkla kendi ruhunu, gururunu da doyurmuş, sağdan soldan sataşanlara karşı toz kondurmamıştı dostluklarına. Neredeyse on beş yıl geçmişti üzerinden. Hâlâ burada mı çalışıyordu, yaşıyor muydu acaba?

Meyhaneden içeriye girdiğinde kendisini karşılayan loş ışığa alıştıktan sonra pala bıyıklı bir adamın yönlendirdiği masaya oturdu. Çoktandır içmediği rakı siparişini verdi. Tövbesini bozmadan önünde duracaktı rakısı. Meyhaneye gelip şıra isteyemezdi.

Sahnede tepeden vuran tek ışığın altında tahta, sırtlığı olmayan uzun bacaklı taburede eğreti oturup şarkıyı söyleyen kadına baktı. Omuzlarının üzerinden dökülen kınalı, kıvırcık saçları, gözlerinin hemen altından burnuna doğru çoğalan çilleri ile o tanıdık Cemile'ydi işte karşısındaki kadın. Yaşıyordu. Omuzlarını tamamen açıkta bırakan, dizlerinin hemen altında biten püsküllü etekleriyle vücudunu sımsıkı saran elbisesiyle hâlâ daha çok güzeldi. Değişik bir açıyla açtığı pürüzsüz bacakları baldırlarına kadar gözüken, omuzlarında kumaş olmayan elbisesinden göğüs çatalı görünen kadına baktı uzun uzun.

Özlemişti onu, sevinmişti gördüğüne. Eski dostuna kavuşmuş bir adamın sevinciyle baktı sahnede "gönlümde sensiz olmaz" diyerek tango söyleyen kadına. Gözlerinin kenarındaki çizgiler belirmiş, eski hallerine göre biraz da kilo almıştı sanki.

yadigârHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin