"Sen kaç gündür neredesin?"
Hyunjin, yine ve yine Jisung'a bağırırken sık düşen tansiyonu sebebiyle hastaneye kaldırılmak üzereydi neredeyse. Şu birkaç günde ona ulaşamadığı için bildiği her yeri aramış, kimseden ses çıkmadığındaysa başının belada olduğunu düşünmüştü.
"Evdeyim."
"Ne demek evdeyim, sen benimle kafa mı buluyorsun çocuk?"
Başını koltuğa yasladığında kafasındaki nemli havluyu yatağın bir köşesine fırlattı ve gözlerini sımsıkı yumdu. Arkadaşı elbette iyiliğini istiyordu fakat olanları nasıl ifade edeceği hakkında hiçbir fikri yoktu. Tüm umudu yitip gitmişti.
"Minho'nun evindeyim." Adamın eski ve havalı birkaç fotoğrafıyla göz göze gelirken hala nerede olduğuna o bile inanamıyordu. "Orada kalmaya başladım."
"Ne demek istiyorsun sen Jisung?"
Hyunjin'in endişeli sesi, bir yerlere çarparak ilerlerken ne işitse hakkıydı. "Ne yaptığının farkında mısın sen?"
"Farkındayım fakat bu boktan kurtulamam hatta sana şunu itiraf etmeliyim. Ben kurtulmak istemiyorum."
Bitkin hali sonbahar rüzgarlarına karışıp bu dünyayı aşarken ağlamak istiyordu. Çok mutlu olmalıydı fakat Jisung aksine o kadar endişeliydi ki bu boş evde annesinin bakışları öfkeyle peşinden geliyordu sanki. Sıcak nefesi boğazını tırmaladığında titremesine engel olamamıştı.
"Lanet olsun ki onu seviyorum. Ne yaptığım hakkında hiçbir fikrim yok. Fakat seviyorum işte sikeyim, seviyorum."
"İlk kez susacağım."
"Hyunjin, nolur bana bir şey söyle. Kız, yerin dibine sok ve ne kadar iğrenç birisi olduğumdan bahset."
"Yapamam." Tırnakları, boynundan aşağı inerken canının ne kadar yandığını umursamadı. Sadece acıttı.
"Annenin sana söylemesi için can attığın şeyleri benden duyamazsın Jisung. Günü geldiğinde bununla en acı şekilde yüzleşeceksin zaten."
Suratına kapanan telefonun mezar taşı olmasını isteyecek kadar lanetliymiş gibi hissediyordu. Islak bıraktığı saçlarından çıplak göğsüne düşen damlalar kirli ruhunu yıkamalıydı fakat bunun için asla yeterli gelmezdi.
Yüreğinde büyük bir darbe yaratan sözler karşısında ne hissedeceğini bilmiyordu. Hyunjin, en yakın arkadaşıydı fakat o bile artık kendisinden hiçbir şey olmayacağını anlamıştı.
Lee Minho'nun zehrini vücuduna hapsetmekten aklını kullanması imkansız hale geliyordu. Tedavisi her neyse eğer istemeyecek kadar sarhoştu ki tek düşündüğü ona sımsıkı sarılıp ağlayabilmekti.
"Ufaklık?"
Tüm sesler susmuştu. Ruhundan duyduğu şeye karşılık veremezken nutku tutuldu ve başını hafifçe sağ tarafa doğru çevirdi.
Oradaydı. Varlığı öyle bir enerji saçıyordu ki ölse bile bunu sonsuza dek saklayabilirdi. Ayaklarının zemin üzerinden kaydığını hissettiğinde adamın koca bir gölge olup vücuduna kapanmasına izin vermişti.
Nefesi boynunu yaktı. Sımsıkı sarıldıkları için olmalıydı sanırım. Göz yaşlarına hakim olamadığında ilk defa hiçbir şeyi düşünmeden içini ona dökmeye karar vermişti.
Tuzlu ıslaklık, kumaş ceketin yakasında toplanırken tek kelime etmedi Jisung. Sessizce sevgilisinin omzunda ağladı ve bedenini onun sıcacık kucağına bıraktı.
"Sana ne oldu güzelim?" Yanaklarını saran parmakları hiç oradan gitmemeliydi. "Neden bu kadar üzgün görünüyorsun?"
"Hyunjin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
step, minsung
Fanfiction|+18| Annemin yeni sevgilisine aşık olduğumu düşünmesi evet hataydı fakat onun sıcacık kucağında zevkten titremekse benim hatamdı.