4. Bölüm "Bir Hatmi Çiçeğinin Nezaketi"

16.8K 1.3K 236
                                    

Eğitim sandığımdan daha kolay geçmişti. Diğerlerinin bir çoğu kan ter içinde kalırken Turina'nın bedeninde olan ben tek bir yorgunluk belirtisi hissetmiyordum. Bu kadının bedeni insan gücünün zirvesindeydi. Benim yorgunluğum ise zihnimdeydi.

Eğitim alanından çıkıp kendimi çadırımda bulduğumda zihnimde dönüp duran kanlı sahneler tarafından rahatsız ediliyordum. Bugün onca silahın içerisinde yer almak eski kanlı günlerin hatıralarını canlandırmıştı. Unutmak istiyordum ama sanki bu isteğim ters tepiyor daha çok hatırlamama neden oluyordu.

Öldürülmeden önce saray ve Musk Okra çoktan kan gölüne dönmüştü. İnsanların çığlıkları sarayın duvarlarından içeriye, odaların en kuytu köşesine sızmıştı. O zaman hayranlık duyduğum adamın kalbinin ne kadar kara olduğunu öğrenmiştim. Onun bu karanlığının insanları yutmasına sebep olanda bendim. Kaç hayat yaşarsam yaşayayım asla bunun vicdan azabından kurtulamayacaktım.

Keçenin üzerinde yan dönüp yanmakta olan ateşe baktım. Çadıra geldiğimde attığım odun ateş tarafından yavaş yavaş yutuluyordu. Eğer kendime engel olmazsam ruhumda taşıdığım kederde beni bu şekilde yutacaktı. Planıma odaklanmalıydım. Bu sefer Dian'ın ejderhanın gözlerini elde etmesini engelleyebilirdim. Sadece yapmam gereken cariyeler arasında kendimi göstermekti.

İmparatorluğun veliahttı oldukça yakışıklı, yapılı, bilmeyen birinin gözünde neredeyse öldürücü bir asker gibi görünebilirdi ama aslında o eğlenceye düşkün, işe yaramaz bir adamdı. Peki öyleyse ejderhanın gözlerini aldığımda ne yapmam gerekecekti. Dian'a veremediğim gibi ondan saklanamazdım da veliaht prense verdiğimde kaderim farklı olacak mıydı? Halkımızdan alınanları geri alma açısından Dian ile aynı düşünüyordum ama kesinlikle onun yönetimiyle ilerlemezdim. Özgürlüğümüzü kazanırken kan döküleceğini biliyordum ama Dian'ın yaptığı katliamdan başka bir şey değildi.

Gözlerimi kapatmaya korkarken uzandığım yerde ateşe bakarak düşünceler arasında süzülmeye devam ettim. Bu gece atacağım adım beni yeniden yürüdüğüm yola sokacaktı. Yolun sonunda ölümün beni beklediğini bilmekte bu kararı kolaylaştırmıyordu. Eğitimi hızlı bir şekilde halledebilirdim, iksiri içtiğimde yaşayacağım acıya katlanabilirdim. Ölümden dönmüş biri olarak ölümden de korkmamalıydım.

Ama korkuyordum.

Kendi ölümüm için değil. Yeniden sevdiklerimin ölümünü görmekten. Birde hiç sahip olmadığım ve olamayacağım o çocuk için üzülüyordum. Umuyordum ki bir yerlerde ikinci bir hayata başlar ve etrafı her zaman sevgi ile sarılı olurdu. Yattığım yerden doğrulduğumda gözlerimden akan yaş çeneme doğru hızla ilerledi. Bir yaş damlasını diğeri takip etti. Ateşin başında oturup o an kaybettiklerime, bir daha sahip olamayacaklarıma son kez ağladım. Hıçkırıklar dudaklarımın arasından dökülürken son kez yas tuttum.

Ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum ama çadırdan dışarı adım attığımda bir süredir yağan karın neredeyse dizlerime kadar geldiğini fark ettim. Kar çok yağdığı zaman herkes bir araya gelir ve kar küremeyi eğlenceli bir hale çevirirdi. Şimdi etrafa bakarken bunun bazı çadırlar hariç yapıldığını görebiliyordum. Birilerinin bana haber vermemesi normaldi. İnsanlar tarafından sevilmemek benim için sorun değildi. Yoluma çıkmadıkları sürece hiçbir şey sorun değildi.

Derin bir nefes alıp karın ve yanan odunların kokusunu içime çektim. O sırada bulutların arasından çıkan dolunay çadırları daha iyi aydınlattı. Bakışlarım gökyüzüne çevrilirken kalbim hiç olmadığı kadar sakindi.

Dolunay... Buluşma zamanımız gelmişti.

Soğuk erken çöken geceyle daha da yoğunlaşırken kürk pelerini sıkıca etrafıma sardım. Üst üste giydiğim gömlekler bir yere kadar sıcak kalmamı sağlıyordu. Oldum olası soğuktan ve beyazdan nefret etmiştim. Turina'nın bedeni daha dayanıklı olmasına rağmen hala üşüyordum. Bazen üşüyen bedenim mi yoksa ruhum mu emin olamıyordum. Sanki ruhum hiç ısınmayacakmış gibiydi.

Cariye'nin İkinci HayatıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin