40. Bölüm "Güneş'in Batmadığı Ay'ın çıkmadığı O Yer"

7.4K 965 211
                                    

Tenime değen sıcaklık güneşin has sıcaklığı olabilirdi. Gözlerim karanlığa mahkum olsa da bulunduğum yerin karanlık olmadığını biliyordum. 

Ne kadar zamandır uyuyordum ve tam olarak nerede yatıyordum? Yüzüme ışığın düşmesine bakılırsa kapalı bir odada olmadığıma emindim. Saray bahçelerinde açık alanda uyuyabileceğim alanlar yoktu. Yumuşak sıcaklık yüzümü ısıtırken yün ve duman kokusunu taşıyan rüzgar bir anne şefkatiyle ağır ağır yüzümü okşuyordu. Sanki Asihna'daydım ama bir yandan da değildim. Orada hiçbir zaman güneşin sıcaklığını, rüzgarın yumuşak halini hissetmemiştim. Orada hava da toprak kadar sertti. O halde neredeydim?  Zehirlenmeden sonra hayata dönmeyi başaramadığım için ölmüş müydüm? Hayır, hayır bu olamazdı. Yeterince ölüm yaşamıştım. 

Nerede olduğumu öğrenmem gerekiyordu. 

Yeniden gözkapaklarımı açmaya çalıştım. Sanki göz kapaklarıma kayalar bağlamıştı. Açmak için uğraşırken tüm gücümü kullanıyordum. Göz kapaklarımın altındaki gözlerim oynamaya başladığında parmaklarımı da hareket ettirebildiğimi fark ettim. Bedenimi yavaş yavaş kımıldatıyordum. Demek ölmemiştim. Yani bir kez daha ölmemiştim. Eğer bilinmez bir durumun içinde olmasaydım düşünceme kahkahalarla gülebilirdim. 

Parmaklarımı hareket ettirmemle birinin yanımda seslice soluk aldığını duydum. Ardından hızlı ama olabildiğince sessiz adımların ve bir örtü kaldırılıyormuş gibi çıkan o hafif sesi duydum. Göz kapaklarımı ne kadar açmak istesem de bir şey engel oluyordu. Elimi yavaşça kaldırdığımda parmaklarım gözlerimi kapatan beze değdi. Dokusundan keten bezi olduğunu anladım. Biri gözlerimi bağlamıştı ama ellerim ve ayaklarım rahat hareket ediyordu. Bir yere de bağlanmamıştım. Kaşlarım çatıldı. Neler oluyordu? Gözlerimin neden bağlandığını bilmiyordum ama yoğun yün ve saman kokusu bana Asihna çadırlarını hatırlatıyordu. Duman kokusuna ve içerideki sıcaklığa bakılırsa ateş yanıyordu. Biraz daha dikkatli dinlediğimde odunların çatırtısını duyabildim. Ayrıca avuç içlerimi örtüye sürttüğümde parmaklarımın aralarını gıdıklayacak kadar kıla bakılırsa kürkün üzerinde yatıyordum. Burası kesinlikle Asihna'daki çadırlara uyuyordu. 

Yavaşça yattığım döşekten kalkarken bedenime bir ağrının girip girmeyeceğini endişeyle bekledim. Kaslarım sızlıyordu ama bir yaraya dair belirti yoktu. Hareket edip oturduktan sonra birinin bana engel olmasını bekledim ama yanan odunların çıtırtısı dışında ses yoktu. Ne kadar odaklansam da dışarıdan da bir ses duyamıyordum. 

En iyisi gözlerimi açmak ve nerede olduğuma emin olmaktı. Nerede olduğumu bilmeden hareket etmek için plan yapamazdım. Bu yüzden parmaklarım başımın arkasında keten bezin düğümüne gitti. Çekip çıkaramayacağım kadar sıkı bağlanmıştı. Düğümü çözmem gerekecekti. O sırada kalın bir örgü halinde belime inen saçlarıma dokundu elim. Görme yetime ihtiyacım vardı. Ben daha ilk düğümü çözmeden yeniden o hafif sesi duydum. Ardından gür bir ses benimle konuşmaya başladı. 

"Bu kadar sabırsız olmamalısın Huo," dedi alaycı bir tavırla. Konuşmasındaki rahatlığa bakılırsa beni başka biriyle karıştırıyordu. Bana Huo diye seslenmesi de bunun en büyük kanıtıydı. Hızla yanıma yaklaşırken konuşmasına devam etti.

"Gözlerin dumandan etkilendi. En azından bir süre bağlı kalması gerekiyordu. Bunun için üzgünüm. Görmenin senin için ne kadar değerli olduğunu biliyorum," diye açıkladı. Ardından düğümleri kolayca çözmeye başladı.

Tek kelime etmeden gözlerimi açmasını bekledim. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Nerede olduğumu ya da az önce benimle konuşan adamla neden bir arada olduğumu öğrenmem gerekiyordu. İper, Sowa ve Jutan ne olursa olsun yanımdan ayrılmazdı. O halde neden yanımda değillerdi. Adam son düğümü açarken konuşmaya başladı. 

Cariye'nin İkinci HayatıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin