44. Bölüm "Geleceğin ve Geçmişin İç İçe Geçtiği Zaman"

6.9K 902 155
                                    

"Onu taşırken dikkat edin," diye araya girdim hemen. Üç asker Yuel'i daha doğrusu Yuel'e benzeyen adamı özenle taşıyordu. Birkaç asker el çabukluğu ile ağaç dallarından sedye yapmıştı. Onu sedyeye taşırken dikkatli olmaları için yanlarından ayrılmıyordum. Mu Biao ise kollarını göğsünde kavuşturmuş, zirvesi buz kaplı bir dağ kadar soğuk ifadesiyle askerlerden uzakta dikiliyordu. Kim olduğu belli olmayan adamı kabilenin topraklarına sokmayı istemiyordu ama Khatun olarak emir verdiğimde bunu gerçekleştirmek zorundaydı. Ağabeyimi kırdığımı biliyordum. Onun yaşadığı zamanda beni korumak için elini kana bulamaktan çekinmediğinin de farkındaydım ama Jutan'ın yani Komutan Eymur'un gözlerimin önünde ölümünden sonra tanıdık birinin daha ölmesine göz yumamazdım. Üstelik Komutan Eymur bana Turina'nın hançerini vermişti. Demek ki bu hançer Turina'nın ailesi tarafından bir yadigar olarak saklanıyordu. 

Mu Biao konuşana kadar yanıma geldiğini fark etmedim. "Bu adam sana ihanet ettiğinde benim haklı olduğumu anlayacaksın. O zaman ne yapacaksın?" diye sordu küçümseyerek

Onun bakış açısından ne kadar haklı olduğunu görebiliyordum. Sedyede baygın yatan adam hem aşık olduğum adamın yüzüne hem de yeniden yaşamama neden olan kişinin gözlerine sahipti. Ondan nasıl uzak durabilir ya da ölümüne göz yumabilirdim? Onun kim olduğunu öğrenmek istiyordum. Bunu da o uyanmadan öğrenemezdim. 

"Lütfen ona bakmama izin ver. Sorun çıkarmayacağına emin olacağım," diye yalvardım. Mu Biao ile aram kötü olsun istemiyordum. Sürekli arkamı kollayarak yaşayamazdım ve bu hayatta güvenebileceğim tek insan Sowa'nın geçmiş hayatı olduğunu düşündüğüm Mu Biao'ydu. 

Mu Biao dişlerini gıcırdattı. Yine de itiraz edecek tek kelime söylemedi. Ona minnettar bir gülümseme bahşettim. Benim gülümsememe karşılık yüzü daha da asıldı. "Bu aralar kendinde değil gibisin ama sen her zaman kendinden önce başka insanları düşünürsün. Senin ne olursa olsun zarar görmene izin vermem bu bil yeter," dedi. Kelimeleri kulağıma bir yemin gibi geldi. Başıma bir şey gelirse Mu Biao'nun elinden geleni yapacağını biliyordum. Bu açıdan Sowa'dan farklı değildi. 

Onun atına binişini izlerken içimin biraz olsun rahatladığını hissettim. Sonunda Mu Biao'yu ikna etmiştim. Askerlerin adamı sedyeye bağladıklarını gördüm. Bu sayede atın arkasında sürüklenirken sedyenin üzerinden düşmeyecekti. 

Hazırlıklar tamamlanınca kendi atıma yerleşerek sedyenin arkasına geçtim. Adam hala baygın bir halde sedyede yatıyordu. Şimdi yüzüne bakınca Yuel'in eğer yüzündeki yaralar olmasa aynı böyle görüneceğini düşünmekten kendimi alamıyordum. Yuel her ne kadar insanların korktuğu bir adam olsa da ondan korkmamın ne kadar saçma olduğunu ikinci hayatımda anlamıştım. Yalnızlığı bir şekilde beni etkilediğini düşünmüştüm ama şimdi olanlara bakınca belki de ortak kaderimiz bizi birbirimize çekmişti. 

Uyanmasını istiyordum. Uyandığımda cevaplara ulaşamasam da sorularımı sormak istiyordum. 

Ve bir an önce şamanın gelmesini istiyordum. 

Daycel geçidinden uzaklaşırken gün yavaş yavaş alacakaranlığa sürükleniyordu. Bahar artık sıcak havasını akşamın serinliğine bırakmış maviliğini kaybetmek üzere olan gökyüzünde ay kendini göstermeye başlamıştı. Çok geçmeden yıldızlar ortaya çıkacak geceyi minik fenerler gibi aydınlatacaktı. 

Adamı sedyeye koyduklarında ateşinin yüksek olduğunu fark etmiştim. Çadıra gidene kadar yapabileceğim bir şey yoktu. Yolculuk boyunca arada dinlenmek için duruyor, adamın su içmesi için elimden geleni yapıyordum. Böyle dinlenmelerin birinde adama kırbadan su içirirken yanıma gelen Mu Biao "Ovaya kadar yaşayacak mı?" diye sordu arkamdan. 

Cariye'nin İkinci HayatıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin