Sesi duyduğum an bedenim buz kesti.
Gözlerimi kapattım ve içimi çektim. Aldığım nefesle buzdan iğneler boğazıma battı. Korktuğum başıma geliyordu. Gerçi buraya geldiğimde ne olmasını bekliyordum sanki? Dikkatli olacağımı, o gelmeden görebileceğim için kolaylıkla kaçabileceğimi düşünmüştüm. Şimdi ne kadar yanıldığımı anlıyordum. Kaçınılmaz olanı geciktirmenin bir anlamı yoktu. Gözlerimi açtım ve bakışlarımı yavaşça sesin geldiği yere çevirdim. Sıcak su kaynağına giden tek yoldan gözlerimi ayırmamıştım ama ses oradan gelmiyordu. Hayır, ses yamaca güç bela tutunmuş bir ağacın dalından geliyordu. Ağacın ne kadar kuru olduğuna bakılırsa dalın onu taşıması mucize gibiydi.
Sowa yerde olduğu kadar dalın üzerinde de oldukça rahat görünüyordu. Dolunayın altında ifadesiz bir yüzle dikiliyordu. Kısa saçları, Çok yakışıklı olmamasına rağmen çoğu kadını kendine çeken ifadesiz yüzü ve karanlıkta bir kuyuyu andıran gözleri ile tüm dikkatini bana vermiş gibi görünüyordu. İnkar bu durumda işe yarayabilir miydi? Denemeden bilemezdim.
"Senin Arçuri olduğunu düşündüm," dedim rahat davranmaya çalışarak ama sanki her şeyi dışarıdan izliyor gibiydim. Yüzümü ifadesiz tutmak istiyordum ama bunu yapabildiğimden emin değildim. Kullandığım ses tonu bile bana yabancıydı. Bedenimdeki titreme şiddetleniyordu.
Sowa tek kaşını kaldırıp bir süre daha gözlerime baktı. Birkaç saniye süren bu zaman dilimi nedense bana daha uzun gelmişti. Bakışlarını gözlerimden ayırmayarak sanki yolda yürüyormuş gibi adım attı. Onun düşerek kendine zarar vereceği düşüncesi kalbimi ağzıma getirdi ama o süzülürcesine aşağıya indi. Ayağını bastığı yerdeki karlar dağılmamıştı bile. "Bu da neden çıplak olduğunu açıklıyor sanırım öyle değil mi?" diye sordu yarı alaycı yarı ciddiydi.
Afalladım. Onun beni bulmasıyla o kadar endişelenmiştim ki ne halde olduğumu unutmuştum. Söyledikleri karşısında yüzüm utançla kızardı. Lanet olsun. O an bedenim sanki yeni çıplak kalmış gibi tüm o dondurucu soğuğu hissetmeye başladı.
"Belki de yanında demir tozu taşımalısın," dedi korkunç bir sesle. Ne bakışlarıyla ne de tavırlarıyla çıplaklığımla ilgilenmiyordu. Bunu görmek içimi rahatlattı. Sowa benim kardeşim gibiydi. Gözlerinde herhangi bir ilgi belirtisi görürsem kusabilirdim.
Vakit kaybetmeden kıyafetlerimin olduğu dala uzandım. Gömlekleri hızla üzerime giyerken titremem daha şiddetlendi. Sıcak kaynağın verdiği rahatlık çoktan silinip gitmişti. Buz tenimin üzerinde ikinci bir deri gibi sarıyordu. Her hareket ettiğimde buzların çıkardığı çıtırtıyı duyar gibi oluyordum. Beni kaynakta yakalamasına mı üzülmeliydim yoksa çıplak gördüğü için utanmalı mıydım emin olamıyordum. Bir yanım tek kelime etmeden kaçmamı söylüyordu ama Sowa bir şekilde beni yakalardı.
"Burayı nasıl biliyorsun?" diye sordum sesimi öfkeli tutmaya çalışarak. Konuşmam titreyen dişlerimin birbirine vurmasıyla etkisini daha da yitiriyordu. Gittikçe dibe batıyordum ama hemen pes etmeyecektim. Sonuçta Sowa ve Jutan burayı tesadüf eseri buldularsa Turina'da bulmuş olabilirdi.
Ben tüm kıyafetlerimi giyip pelerinime sarıldıktan sonra Sowa bana doğru yaklaştı. Ayaklarının altında kar yığınları olmasına rağmen sanki onların üzerinde süzülüyordu. Güçlü bedenine rağmen ayaklarının değdiği yerde karlar uçuşmamıştı bile. Onun ne kadar yetenekli bir savaşçı olduğunun ufak bir kanıtıydı bu.
Sowa başını sağa sola sallarken geriye doğru bir adım attım. Ayana Sowa ile neredeyse aynı boydaydı ama Turina ondan iki baş daha kısaydı. Bana tepeden bakmasını istemiyordum. Eğer biraz uzağında durursam boynumu geriye atıp bakmak zorunda kalmazdım. Bu bir üstünlük yarışıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cariye'nin İkinci Hayatı
Historical FictionBir cariyenin intikamı nelere yol açabilir? İHANET SEVDİĞİ ADAMDAN GELDİ Ayana, İmparatorluğa cariye olarak gelmesinin bir nedeni vardı. Sevdiği adama yardım edecek, yüzyıllardır esaret altında olan halkını kurtarmak için çağlardır kayıp olan ejderh...