1- Yalnızlığı Bölen Ses

1.2K 42 2
                                    

Not: Öncelikle kitabıma şans verdiğin için teşekkür ederim. Kitap, karakterlerin o anki düşünceleri, hisleri belirtilerek, gündelik bir dilde iki ana karakter olan Aylin ve Tarık'ın ağzından yazılıyor.
Küçük bir not: argo ve küfür içerir.
Yorumlarınızı bekliyorum.
❣️


"O kadar ki, o yalnız

Ona ilk rastladığım bir şeydir aklım

Bir el sürer mavisini uzağa

Uzaktan daha uzağa.

Ardından yetişir sayısızlığım.

Kuzeyde, ince bir kar dağıtımında

Çocukların oyun oynamadığı yerlerde

Bulunmaya hazır ve Eski çağlara ait bir parayım."

Edip Cansever

Tarık

" Kaybettim." Kimin hikâyesi bu kelimeyle başlardı. Kaybedilen her neyse nasıl bir başlangıç olacaktı? Ve en önemlisi neyi kaybettim?
İçine ettiğim dünyasında ne olması gerekiyordu da kaybetmiş sayıyorduk? Ben ne zamandır bu kadar soru sormaya başlamıştım? Bunu sormak bile yeni bir soru demekti ve bu nasıl bir kısır döngüydü?
Siktir, beynimin içine ettim. Annemin o arka odadan gelen azarlayan sesini duyar gibi oldum. Çocukluğun ergenliğe evrildiği günlerde, dilimden düşürmediğim bir kelime. Siktir. Her şeye, herkese. En çokta sana Fizik. Daha sonra sana Levent'e. Zengin, yakışıklı piç. Leyla'ya her bakışında birkez daha siktir.

Yaşım otuz olmuştu bir de utanmadan üstüne beş yıl daha devrilmişti. Cahit'in de dediği gibi yolunyarısındaydım. Otuz iyiydi aslında. Püfür püfür buralar. Gelsene diyesim vardı o derece. Sonrası yokuş aşağı yuvarlanmışım gibi bir his. "Şşt Tarık!"
"Lan, baksana şerefsiz." diyen berber Mustafa' ya da bir siktir.
Kafamı çevirip hayırdır, ne iş dercesine sallıyorum, sağ elimde onunla eş zamanlı havada sağ -sol yapıyor.
"Niye bakmıyosun lan? Kaç saattir bir taraflarımı yırtıyorum." Diye azarlıyor bir de.
Duydum da duymamış gibi yaptım desem ayıp olur, denmez. Bunca yıllık hukukumuz var.
Eee sikerler hukukunu saça iki makas atınca hukuk mu olurmuş, diyorum.

"Canım istemedi duymak." Diyorum. İçim, dışım bir benim. Yüreğimde ne varsa dilimde.
Vay anasını, ne zamandır be Tarık?
Deseler eskilerden birkaç sima, "Sizden sonra çok değiştim oğlum ben. O eski Tarık yok. Vur ensesine, al ekmeğini devri bitti. Açtım gözümü. O okuduğum kitaplar yüzünden demediğiniz laf kalmadı ama işe yaradı. Hikmet! Dediğin gibi profesör olmadım ama değişmeyen tek şey değişimmiş, doğruymuş lan öğrendim bu kitaplardan hayat da en afillisinden gösterdi." Der, yaa der gibi bir bakış atardım.
Onlarda " Vay şerefsiz." der gülüşürdü aralarında. Onların anırmaya benzer gülüşleri kendi aralarında seker, bir bok yemiş gibi birbirinin omzuna patlattıktan sonra biterdi. Öyle itici, samimiyetsiz...

"Öyle olsun Tarık efendi." Diyor berber Mustafa, yeni yıkadığı havluları kapının önündeki çamaşır teline asarken. " Sen gelince alırım ense tıraşını." Deyip kendi kendine gülüyor.
Balkonda oturduğum süre boyunca "Tarık" diye beynimi yemeseydi belki ben de gülerdim ama hiç içimden gelmedi.
Değiştiğimi söylemiştim.

Alt kattaki bakkalın televizyonunun sesi yine tüm mahalleyi sarmış, Mustafa'nın çay bardağına attığı şekerleri yine saatler geçmiş gibi gelecek bir sürede karıştırıyor, adını bilmediğim ama her gün gördüğüme emin olduğum iki kadın yine aynı yöne koşarcasına gidiyor. Uzun saçlı olan, iki gün önce giydiği kırmızı eteğini giymiş
Her şey aynı, ben değilim ama uzun zamandır değilim hatta.
Şu hayatta sükseli bir girişimim hiç olmadı tabii Beşiktaş maçının olduğu bir gün Çarşı'da Galatasaray forması giymek sayılmıyorsa ya da gripten öleceğimi sanarken bırak bardağı sürahiden boşalırcasına yağan yağmurda yüremek sayılmıyorsa falan falan... Böyle birkaç tane daha vardı da anlatmıyorum, zor geldi.

Değişmek beni üşengeç de yaptı ya da daha seçici. Evet bu daha havalı.
Karnım guruldarken balkona iki yıl önce koyduğum plastik sandalyeden kalkıp mutfağa geçiyorum. Akşamdan kalan bir tabak, bir çatal, bir de bardak var. Hepsinin ortak özelliği kirli ve tek olması.

Çay suyu koyuyorum ocağa. Akşamdan kalma kirli demliğe sövdükten sonra gelişigüzel duruluyorum çeşmenin altında.
Çay çöplerini de poşete koyuyorum tezgaha bırakıyorum öylece.
Buzdolabını açtığımda aynı zamanda gri eşofmanımı da yukarı çekiyorum, lastiği gevşemiş iyice ama en rahat eşofmanım bu ya da tek temiz eşofmanım.

Plastik kutudaki peyniri, kasede büzüşüp kalmış zeytini çıkarıyorum masaya. Çay suyu fokurdamaya başlıyor o sıra. Sabah kalkınca çişimi yapmadığımı hatırlıyorum. Yüzümü yıkadım mı diye düşünüyorum. Çünkü ayılmış hissetmiyorum. Hatırladığım tek an havluyu yüzüme sürdüğüm oluyor.

Çayı arıyorum poşetin dibinden cılız bir ses geliyor, çay bitmiş. Bir siktir daha. Kaçıncı oldu bu?
Bu seferki kendime. Masadaki iki tabağı da buzdolabına tıkıyorum. Buzdolabı o kadar boş ki iki tabakta buzdolabının içinde arkaya doğru savruluyor, tek göz dolabı ben de hızlı kapatıyorum daha da savrulsunlar.

İçeri geçip sigara paketini alıyorum, ateşlenen sigaradan derin nefes çekerken her zamanki o rahatsız his yine kendini gösteriyor. İçerisinin ne kadar sessiz olduğunu o an anlıyorum. Dışarıdan gelen sesler birbirine karışıyor, balkonun açık kapısından giren rüzgarın perdeyi hareket ettirmesiyle çıkan sesi duyuyorum. Bu seslerin içinde bir sesin daha olması gerek diye düşünüyorum. Dün pili biten saatin tik takları, evet o yok.

Sence diyorum, tek eksik bu mu?
Ne olacak başka Allah aşkına?
Ne var biliyor musun diyorum, değişmeyen bir şey daha var, bu ev demeye bin şahit isteyecek yerin her gün bu kadar sessiz olması.
Siktir ordan, diyorum saymayı bıraktım ki öyle bir alışkanlığım da yok.
Dur lan diyorum, şu televizyonda vardır bir şeyler.
Televizyonu açıyorum birkaç kanal zaplıyorum sonra radyo tarafını açıyorum.
Orda da birkaç kanalı atlıyorum. En sonunda kumandayı öylece koltuğa atıyorum. Ben de devriliyorum çuval gibi başımı koltuğun arkasına atıyorum, elimde ucu yarıya kadar yanmış bir sigara.
O sırada radyoda sunucu kadının sesi duyuluyor.
Evet, sizden gelenlerde bugün İstanbul'dan Aylin'in sevdiğine gönderdiği şarkı var. Aşkın, kavuşamamanın çaresizliğini ilişkilerimize kadar hissedeceğiz bu türküde. Sizi türküyle baş başa bırakıyorum.

"Tabib sen elleme benim yaramı
Beni bu dertlere salanı getir
Kabul etmem birgün eksik olursa
Benden bu ömrümü çalanı getir
Git ara bul getir saçlarını yol getir
Benden bu ömrümü çalanı getir
Git ara bul getir saçlarını yol getir"

İstanbul'dan Aylin başka şarkı yok muydu sevdiğine göndereceğin? Çok mu aradın bu türküyü? Diye söyleniyorum.
"Bu saatten sonra kimseye gidecek gücüm yok ama kapım gelene açık." Diye mırıltımı kimse duymazdı, hoş duyacak kimse de yoktu. Ama o sırada kapının zili çaldı.

"Bu kadar çabuk olucağını beklemiyordum."dedi Tarık gülerek, elinde ucunda ateşi kalmış sigarasıyla kapıya gitti.
~

Yayınlanma tarihi:27 Ekim 2022
01.58

HAR (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin