16

4.2K 170 83
                                    


    Göz kapaklarımdaki ağırlık tarifsizdi. Sanki kaldırabileceğimden çok daha ağır kaya parçaları vardı üzerinde.. Bir kaç kez gözlerimi açmayı denediğimde başarısız oldum. Tekrar deneyecek gücümün olmadığını hissettiğimde denemekten vazgeçtim. Kulaklarıma çok uzaklardan gelen sesler vardı. Tüm dikkatimi seslere vermeye çalıştım ama onları da boğuk boğuk duyabiliyordum.

Sinirle derin bir nefes almaya çalıştığımda ciğerimde hissettiğim acıyla yüzümü buruşturdum. Refleks olarak başımı sağa çevirmeye çalıştım fakat sanki boynumda ağır bir kütle vardı, ne boynumu oynatabildim ne de ağrıdan nefes alabildim.

İnce bir acı dolu inilti çıktı dudaklarımdan ama ya sesim kısıktı ya da kendi sesim bile bana çok uzaklardan geldi. Ne oldu bana böyle? Uyandığımın akabinde sanki bedenim de benimle birlikte uyanmıştı ve her yerim sanki taş gibi ağırdı. Ne hareket edebildim ne de gözlerimi açıp nerede olduğuma bakabildim. Geri uyumak istedim, zihnimin uyanık olması acıdan başka bir şey vermiyordu bana.. Uyumak için çabalamama fırsat olmadan parmaklarıma bir şeyin dokunduğunu hissettim. Kaşlarımı çattım bu hissiyat ile. Gözlerimi tekrar açmak istediğimde yine başarısız oldum. Başımı çok az sağa hareket ettirdiğimde parmaklarıma dokunan eller daha sıkı tuttu elimi.


Çok uzaklardan duyduğum sesin kime ait olduğunu anlamıştım. “Güzel kızım....” arkasından hıçkırıklar ve ağlama sesleri geldi yine boğuktu sesler.

Elimi tutan eli sıktım. Artık ne kadar sıkabildim bilmiyorum ama hissedilmiş olmalı ki elimi kaldırdı yataktan ve  dudaklarına götürdü.

“Kızım duyuyor musun beni?” umut dolu sesini işitmemek imkansızdı.

Başımı belli belirsiz hareket ettirdiğimde aniden yanımdan uzaklaştığını hissettim.

“Doktoru çağırın!” diye bağırdığını duydum.

Doktor geldi mi ne oldu hiç birini hatırlamıyorum. Sanırım tekrar uyudum o süre içerisinde.. Yakınımda duyduğum sesler ile beynim tekrar uyandı, bu kez zorlayarak gözlerimi kısık olarak açabildim.. Uzun bir süre bulanık gördüm ama bir süre sonra görüşüm netleşti ve karşımda Mehmet Akıncı vardı.. !

“Beni duyuyor musun?” zorlukla açık tuttuğum gözlerime bakarken iki damla yaş yanaklarına aktı. Ağlayabiliyormuş dedim içimden!!

“Duyuyorum..” dedim ama sesim çıktı mı anlaşıldı mı bilmiyorum.

“Ağrın var mı?” dedi. Endişeliydi ve gözlerinden akan yaşları silmeye tenezzül etmeyecek kadar üzgündü.

“Çokk!!” diyebildim sadece yüzümü buruşturarak. Ağrım sorulduğunda bedenim sanki daha fazla ağrımıştı.

“İyi olacaksın...” dediğini duydum sonrası yine karanlık.

Bu kez gözlerimi daha güçlü açtım. Aradan ne kadar zaman geçti kestiremedim. Kaç gün geçti ya da son uyandığımdan bu yana kaç saat oldu hatırlayamadım. Zaman kavramımı yitirmiştim ama bu kez daha güçlü uyandım ve bedenimdeki ağrılar artık o kadar şiddetli değildi.

Odada yalnızdım ve başımı kaldırabildiğim kadar kaldırıp etrafı incelemeye başladım. Akşam saatleri olmalıydı. Hava tam karanlık olmasa da gün batımı saatleriydi. Etrafta tarih veya saat görebileceğim objeler aradım ama bulamadım. Duvarda İngilizce olarak üzerinde bir takım kuralların yazılı olduğu kağıt asılıydı. Yazıları tam seçemesem de hastane kuralları gibiydi. Sanırım yurt dışında bir hastanedeydim. Neredeyim ben!?

Yataktan doğrulmaya çalıştığımda fazlasıyla canım acıdı yine de kendimi yatakta biraz yukarıya alabildiğimde acıyla da olsa gülümsedim. Hareket edebiliyordum. Bu  kesinlikle iyi bir şeydi. İlk uyandığımda bedenimi taş gibi hissettiğim için felç mi oldum diye bir an aklımdan geçmişti.

Ekip nerde olduğumu biliyor mu acaba? Nasıl getirildim buraya ? Hangi ülkedeyim ve geri nasıl dönmeliyim. İrtibat kurabileceğim tek yol bilgisayarımdı ve o nerde şuan bilmiyorum...

Atay..... Derin bir nefes verdim. Sert bir tepki göstereceğini tahmin ediyordum fakat asla bu kadarını beklememiştim. Vurulduktan sonra ne oldu?? Ya Okan ? Burada olduğumdan haberi var mıydı? Gözlerimi kapatıp bıkkın bir iç çektim. Ne olacaktı şimdi?

Elimin üzerinde serum takılı olan damar yoluna baktım. Gözlerim serum hortumunu takip ederek yukarı doğru başımı kaldırdım. Ayağa kalkabilir miydim düşer miyim diye düşündüm ama kendimde o gücü bulamadım.

Bakışlarımı serum torbasından aşağıya indirip bedenime baktım. Serum takılı olmayan sağ elimle üzerimdeki ince örtüyü yana doğru açtım. Hatırladığım gibi 3 farklı yerde sargı vardı. Biri yukarda akciğerlerin olduğu yerdeydi. Yukarıdaki pansumanın bandını kenarından yavaşça kaldırdım. Yaralar birleşmişti ama dikişler alınmamıştı daha. Yaraların iyileşme süresine göre tahmini 1-2 haftadır hastanede olmalıydım. Bandın kenarını tekrar yapıştırıp örtüyü üzerime örttüm.


Buradan nasıl çıkabilirdim ki ? Hem de bu yaralı halimle.! Düşünmeye çalıştım bir süre hiç bir yol bulamadım. Kapı tıklandığında düşüncelerimden zorlukla ayrılıp bakışlarımı kapıya çevirdim. Herhangi bir yanıt vermeden içeriye temizlik için geldiğini kıyafetinden anladığım bir erkek girdi. Uyuduğum bilindiği için ses vermemi beklemeden girmişti ama girer girmez yüzüme baktı. Beni uyanık gördüğünde şaşkınlık dolu bakışları kısa süre sonra gülümsedi. Tanıdık biriydi bu erkek, hafızamı hızla yokladım. Erdal!! Ekibimizin çömezi.. Hemen gözlerimle güldüm ona. Hızlı adımlarla yanıma geldi ve yatağa oturdu..

“Ferah uyandın sonunda! Nasıl hissediyorsun kendini?” hemen sarıldım ona sımsıkı.

“ İyiyim ben. Neredeyiz?” dedim.

“Los Angeles ‘ta özel bir hastane burası. Türkiye ‘de ilk müdahalen yapıldıktan sonra ambulans uçakla buraya getirdi seni Akıncı.. Bu hastaneyi bulmak bizim için zor oldu. Son derece güvenilir ve kayıtları gizli tutan bir hastane.. Dört günde Interpol yardımıyla ancak bulduk. Geçici olarak burada işe girmiş gösterildim. Her sabah akşam geliyordum yanına...”

Bir süre düşündüm.

“Nasıl çıkaracaksın beni buradan? Bir plan var mı?” gözlerimde endişe olduğuna emindim.

“Seni buradan şuan çıkarmak imkansız! Akıncı burayı kale gibi koruyor. Kata görevli sağlık ve temizlik personeli dışında herhangi birinin çıkması yasak. Zaten bizlerinde üzeri didik didik aranıyor.”

“Nasıl olacak peki?”

“Acele etme! Ben uyandığını ekibe bildireceğim. Onlar plan yapana kadar biraz daha kendini toparlamış olursun.. Ona göre düşünürüz. Çıkmam gerek artık. Dışarıda ki adamlar kontrole gelirler şimdi.”

“Erdal!!” yataktan kalkmak üzereyken seslendiğimde aniden durup yüzüme baktı.

“Erdal herkes her şeyi öğrendi mi?”

Gözlerini yere indirdi ayağa kalkarken ve üzgün yüz ifadesi bende hayal kırıklığı yaratmıştı bile.

“Herkes her şeyi öğrendi Ferah! Bütün ülke biliyor. Vurulduğundan hastanede müdahale yapılana kadar geçen sürede başta konsey üyelerine bizzat söyledi Akıncı. Konsey üyeleri arasında şahsi düşmanın çok biliyorsun. Seni onlardan korumak için bunu yapmalıydı. Sonrasında da herkes öğrendi.” Derin bir nefes alıp fısıltıyla devam etti.

“Maalesef ülkeye Aslı Akıncı olarak döneceksin...”

Gözlerimi kapatıp başımı arkamdaki yatak başlığına sinirle defalarca vurdum.. Başımın arkasına hemen elini koydu.

“Yapma Ferah!”

Aniden aklıma gelen düşünce ile gözlerimi açıp Erdal ‘a baktım.

“Ülkeye Aslı Akıncı olarak döneceksem eğer kurumla olan ilişkim ...?”

“Kesildi Ferah..” derin bir iç çektim. Kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim.

“Ferah... Zaten görevde olduğun belli kişilerce biliniyordu. Sistemde ve kayıtlarda atılmış görünüyordun. Kurumla bu görevde olan ilişkin ise görevin ve operasyonun açığa çıkmaması için kesildi. Kayıtların tamamından ismin kaldırıldı. Fakat emniyette görevini ve operasyonu bilen insanlardan birkaç kişi çekilmiş olsa da diğerleri arkanda..” elimi tuttu. “ Biz her zaman yanındayız..” gülümsedi.

Kapının açılma sesiyle sırtımı yasladığım yastığı düzeltmek için elini yastığa uzattı. Kapıdan giren koruma olduğunu düşündüğüm adama baktım. Gözleri Erdal ‘ın üzerindeydi. Uzun süre kalmıştı odada ve dikkat çekmişti. Erdal ile göz göze geldik. Gülümsedim.

“Thanks.” dediğimde başını salladı ve hızla odadan dışarı çıktığında korumanın gözü benim üzerimdeydi. Ellerimi iki yana açtım sinirle.

İngilizce olarak beni kaldırmasını istediğimi ve bana yardım ettiğini söyledim.

“Türkçe biliyorum Aslı hanım. Bir sorun olmadığından emin olmak istedim sadece!” dedi.

“Yok !! Dışarı çık !!” dedim yüksek sesle.

Duruşunu bozmadan başıyla onaylayıp odadan çıktı.

Evet şimdi ne halt edeceksin bakalım Ferah hanım!!

Bir süre düşünürken gözlerim dalmış ve elimdeki dokunma hissiyle gözümü açtığımda, hemşire serumu çıkarıyordu. Başımı yukarı çevirip biten seruma baktım. Hemşire işini bitirdiğinde gülümsedim ve odadan çıkmasını bekledim.

Yavaşça yatakta doğruldum. Bacaklarımı biraz zorlukla yataktan aşağıya indirmeyi başardım. Bir miktar bacaklarım askıdayken önce ayaklarımı sonra da bacaklarımı hareket ettirdim. Taş gibi bir ağırlık ve uyuşukluk vardı. Uzun sayılabilecek bir süre hareketsiz kaldığım için bu normaldi elbette fakat bir an önce ayaklanmalıydım.

Acıyla karışık bir uyuşukluk hissiyle yaklaşık yarım saat uğraştıktan sonra yandaki komodine tutunarak ayağa kalkabilmiştim. Ayaklarımı sürükleyerek lavaboya doğru ilerlemeye başladım. Üzerine bastıkça artan acıyla yatağa dönmek istesem de yapmak zorundaydım. Ve yaptım.! Lavabodaki işlerimi zorlukla halledip elimi yüzümü yıkadığımda kendimi daha iyi hissetmiştim.

Yine yavaşça odaya geçtim. Bacaklarımdaki acı yerini uyuşukluğa bırakmıştı. Kendimi iyi hissetmişken yatağa dönmek istemedim. Pencereye doğru adım attım. Düşmemek için duvarlardan tutunmak en mantıklısıydı. Bir de kafa travması ile uğraşmak şuan istediğim en son şeydi. Keşke Atay beni kafamdan vursaydı diye içimden geçti. Ya ölür kurtulurdum ya da bir ihtimal hiç bir şey hatırlamaz, boktan hayatıma normalmiş gibi devam ederdim.

Bir süre pencereden etrafa baktım. Dördüncü kattaydım. Yere daha yakın bir yerde olmayı tercih ederdim. En azından bir ihtimal kaçış şansım olurdu.

Okan neredeydi ? Onun da görevi bitirildi mi acaba yoksa devam ediyor muydu? Beni koruma görevi vardı sadece, ben de burada bu halde olduğuma göre görevi bitirilmiş olmalıydı. Beni aradı mı hiç ? Emniyet burada olduğumu biliyorsa onun da bilgisi vardır muhtemelen. Gerçi telefon yok , korumalar var bilgisi olsa ne olacak !

Kapı sesini duyduğumda gözlerimi devirdim. Bir rahat bırakmıyorlar ki düşüneyim!!

Arkamı yavaşça döndüğümde Mehmet Akıncı karşımdaydı ve şok içinde bakıyordu. Adeta kalakalmıştı.. Beni ayakta görmeyi beklemiyordu. Camın kenarından tutunup ona doğru bedenimi döndürmek istediğimde üzerindeki şoktan çıkıp hızla yanıma geldi. Bir eli belimden tutarken diğeriyle elimi eliyle sıkıca kavradı..

“Seni ayakta gördüğüme sevindim ama tek başına düşebilirdin. Bu tür hareketler fizyoterapist eşliğinde yapılmalı, kendine zarar vereceksin!!” ses tonu giderek kademeli olarak yükselmişti. Cevap vermeden yavaşça yatağa doğru adım attım.

“İyiyim ben!” dedim fısıltıyla..

Yatağa gidene kadar destek oldu bana ve yatağa yavaşça oturdum.

“İyi olduğunu görüyorum. Ağrın var mı?”

“Çok değil. İyiyim!” dedim tekrar.

“Yiyecek bir şeyler isteyeyim dışarıdan açsındır..” deyip hızla arkasını döndüğünde yüksek sesle konuştum.

“Oturun lütfen! Önce konuşalım!”

Derin bir nefes verdi.

“Sonra konuşuruz. Biraz daha toparlanmanı istiyorum. Fakat şuan söyleyebileceğim tek şey, Atay adına özür dilerim. Ben bu konuda yüksek bir tepki vermesini bekliyordum ama bu kadar düşünmeden davranacağı aklıma bile gelmemişti..”

“Mehmet bey...”

Eliyle yaptığı sert bir işaretle durdurdu beni.

“Artık birbirimize rol yapmayı keselim ne dersin? Sen benim kızımsın!! Ve bunu senin de, bu kadar inkar etmeye çalıştığından dolayı en az benim kadar iyi bildiğini düşünüyorum.!”

Başımı dikleştirdim.

“Bu konuda psikiyatriye görünmeniz gerektiğini daha kaç kez söylemem gerekiyor.! Siz böyle her tanıdığınız kadını sırf yaşı tutuyor diye kızınız yerine mi koyuyorsunuz....” devam edecekken hızla elini tekrar havaya kaldırıp beni susturdu. Dilim sussa da gözlerim benzer şeyleri yüzüne bağırıyordu..

Cebinden çıkardığı kağıdı bana uzattı. Kağıda baktım fakat elime almadım. “Nee!!?” dedim sertçe.

“Aç oku !!!” dedi aynı sert ses tonuyla.

Ters bakışlarımla kağıdı elime aldım ve hızlıca katlanmış kağıdı açıp okumaya başladım. Bu, yaptığından şüphe ettiğim DNA raporuydu. Ve yüzüme gerçeği haykırıyordu.

“Benim iznim olmadan bedenimden numune mi aldınız? Israrla suç işlemeye devam ediyorsunuz!” ne saçmaladım ben diye düşündüm bir an ve gözlerine baktığımda karşımda gerçekten nasıl bu kadar saçmalayabildiğimi sorgulayan alaycı imalar gördüm..

“Şuan tek önemsediğin konu bu mu gerçekten?!!” dedi tebessüm ederek.

“Bu sonuca göre örneğin benden alındığı bile belli değil. Belki siz sonucu böyle çıkarmak için birilerini yine satın aldınız. Neden güveneyim ki size !!?” halen saçmalıyorum !!

Karşıma sandalyeyi çekip oturdu. Bir süre hiç bir şey demeden sadece yüzüme baktı.

“Güvenmiyorsan eğer ülkeye döndüğümüzde senin tercih edeceğin bir yerde, bilincin açık olduğu bir zaman gider tekrar test yaptırırız. Ben bu testi zaten sana daha çok gerçekleri ispat edebilmek için yaptırmıştım. Yoksa annene bu denli benzemen ve üzerine kürek kemiğinin arkasındaki doğum lekesi benim için kafiydi..”

Başımı öne eğip biraz düşündüm. Gözlerinin üzerimde olduğundan emindim. Aniden başımı kaldırıp yüzüne baktım.

“Hakikat bu olsa bile ve ben sizin gerçekten kızınız olsam bile aramızdaki kan bağı benim size bakış açımı asla değiştirmeyecek..!”

Gergin bir yüz ifadesi ile izliyordu beni ve benim yaptığım gibi başını dikleştirerek konuştu.

“Neden? Benim evladımdan ayrı geçirdiğim otuz senede ne hatam oldu ? Ben seni aradım. Dünyanın her yerinde aradım!! Ben seni götürüp yuvaya bırakmadım! Eğer ben kendi elimle seni götürüp yuvaya verseydim bu söylediklerinde sonuna kadar haklı olurdun!! Benim yıllarım seni aramakla geçti. Öldüğün bilgisini aldıktan sonra bile senelerce mezarını aradım senin ben!” ses tonu titremeye başladığında yüzüne baktım. Gözlerindeki yaşları akıtmamak için çaba gösteriyordu.

“Bir baba için kolay mı sanıyorsun, öldüğünden bile emin olmadığı çocuğunun en azından mezarını bulmaya çalışmak!!” gözünden bir damla yaş düştü.

“Nedenler sonuçlar yada bu hususta yaptıklarınızın bir önemi yok! Dediğiniz gibi öyle yada böyle aradan geçmiş bir otuz sene var. Kimsenin geri getiremeyeceği ve telafi edemeyeceği koskoca otuz sene!! Ben hatalı yada suçlu aramıyorum. Siz benim hayatımda öncesinde yoktunuz. Bundan sonra da asla olmayacaksınız!!”

Gözlerimin içine baktığında gözlerindeki üzüntü beni bile söylediklerim için pişman etmişti.. Elimi tuttu.

“Ben seni asla bırakmam kızım. Bundan sonra ne kadar yaşayacaksam eğer ne kadar ömrüm kaldıysa geride, olabildiği kadar her eksikliği telafi etmeye çalışacağım.”

Alaylı şekilde gülümsedim.

“Zorla mı tutacaksınız yanınızda...”

“Asla zorla değil, zaten evladın yeri ailesinin yanı değil midir? Yanımda olmanı istiyorum. Yanımda olmasan bile yakınlarımda olmanı istiyorum. Sesini duyayım , nerde nasıl olduğunu bileyim, yardıma ihtiyacın olduğunda yanında olabileyim. Artık yalnız değilsin! Ben ölene kadar artık yalnız olmayacaksın. Herkese karşı, her şeye karşı her ne olursa olsun arkanda bir baban var!!” gülümseyen gözlerinde memnuniyet vardı.

“Size olan tavrım hiç değişmeyecek..” dikine dikine yaptığım konuşmalarımdan hoşlanmadığını biliyordum. Başını yalvarır gibi hafif yana eğdi.

“Bir süreliğine en azından yanımda kalman herkes için iyi olacaktır. Atay’ın sana tavrı ortada. Daha kötüsünü de yapabilir. Yalnız olmayacak ve yanımda kalacaksın.. Hem bu süreçte birlikte zaman geçirmeye ve birbirimizi daha iyi tanımaya fırsatımız olur..”

“Rüyanızda görürsünüz ancak ..” dedim gülümseyerek.

Yataktan seri bir hareketle ayağa kalktı.

“Herkes olması gerektiği yerde olması gerektiği şekilde yaşayacak! Artık ne Atay ‘ın öfkesiyle ne de senin saçma sapan isyankar tavırlarınla uğraşmak istemiyorum. O seni kabullenecek. Sende bizi!! Olması gerekeni yokuşa sürerek hiç bir sorun çözülmez.. ” konuşmak için ağzımı açmak istediğimde durdurdu beni.

“Her şey nasıl olması gerekiyorsa ,otuz senedir nasıl olması gerekiyorsa öyle olacak. Beni daha sert tepkiler göstermek yada daha zorlayıcı davranışlarda bulunmak zorunda bırakma!!” ellerini cebine sokup burnunu yine havaya dikti.

“Gerçek kimliğine ne kadar hızlı alışırsan o kadar iyi olur ! Hepimiz için!! Çünkü ülkeye döndüğümüzde herkes seni benim kızım olarak görecek böyle kabul edecek!!”

Gözlerimi devirdiğimde aniden bağırdı.

“Devirme şu gözlerini Aslı!!”

Ona doğru öfkeli gözlerle baktım..

“Benim adım Ferah!!”

“Senin adın Aslı !! Doğduğun gün adını ben koydum! Bende senin babanım! Tek bir itiraz dahi istemiyorum artık bu konuda. Geçmişte yaptıkların, hataların, doğruların, hayatın.. Hiç birinin benim için bir önemi yok. Bitti! Sen Aslı Akıncı olduğun gün tüm geçmişinin defteri kapandı. Ne sorarım, ne sorgularım, ne yargılarım. Kimseye de sordurmam, sorgulatmam ve yargılatmam. Nokta!!”

Başımı sinirle yana çevirdim.

“Şimdi dışarıdan yemek isteyeceğim. Sende yemeğini yiyeceksin. Bu veya başka konularda artık başka bir itiraz duymak istemiyorum.!”

Kapıyı çarparak dışarı çıktığında, çıkabilen tüm sesimle attığım çığlık eminim koridorda bile yankı yapmıştır.

Gelen yemeği afiyetle yediğimde gerçekten acıkmış olduğumu anladım. Karnım doyduktan sonra kendimi daha iyi hissediyordum.. Sonrasında takılan serumun etkisiyle yeniden uyuyakalmışım..

Uyandığımda gece olmuştu. Saat kaçtı bilmiyorum zaten saat ve tarih kavramını yitirmiştim. Başımı çevirdiğimde koltukta Mehmet Akıncı oturuyordu. Önündeki dosyaları inceliyor gibiydi loş ışıkta. Kıpırdandığımı gördüğünde başını bana çevirdi ve gözlüklerini çıkardı.

“Ağrın mı var kızım?”

“Yok iyiyim..”

“Acıktın mı ? Yiyecek bir şeyler isteyeyim mi?”

“Hayır teşekkür ederim.”

“Sabah dikişlerin alınacak. Sonrasında bir kaç tetkik yapılacak. Tetkik sonuçlarına göre taburcu olacaksın. Hem evde daha rahat edersin.”

“Ev !?” dedim gözlerimi kısarak.

“Evet .Amerika ‘dayız şuan. Burada biraz uzak mesafede bir evim var. Oraya gideceğiz.”

“Neden ülkeye dönmüyoruz?”

“Bir kaç gün daha dinlenmeni istiyorum. Hem bu evde annenle çok anılarımız var. Sana hamile olmadan önce sık sık iş seyahatlerinde getirirdim onu.” Kısa bir an duraksadı. Sonra devam etti. “O öldükten sonra da kısa süreliğine bile gelsem mutlaka uğradım oraya. Senin de görmeni istiyorum..”

Annem!! Ne kadar yabancı sözler bunlar bana. Başımla onayladım.

“Yiyecek içecek bir şeyler istemediğine emin misin?”

“Aç değilim. Ama şey soracaktım...”

“Sor kızım.” Tüm dikkatini bana vermişti.

“Annemin bir fotoğrafı var mı sizde?” biraz da çekinerek sormuştum bu soruyu. Deli gibi merak edip umursamıyor gibi görünmek yoruyordu beni.

Gülümsedi. Komodinin üzerindeki telefonunu alıp bana uzattı. Telefonu elime alırken yüzüne baktığımda ceketinin cebinden cüzdanını çıkarıyordu. Elimdeki telefonu açtığımda ekran kilit fotoğrafında bir kadın resmi vardı. Güzel bir kadındı. Ekranı ona doğru çevirip sordum.

“Annem mi?”

Cüzdanının içini karıştırırken yüzüme baktı.

“Benim telefonumda da, cüzdanımda da, evimde ve ya iş yerimde en önemlisi kalbimde annenden başka bir kadın olmadı Aslı.. Bu annen yaşarken de böyleydi, o öldükten sonra da hep böyle oldu.. Galeriyi aç..”

Böyle bir adamın bu denli aşık olmasını aklım hiç almıyordu. Galeriye girdim. Yüzüne baktım tekrar.. Cüzdanından çıkardığı birkaç fotoğrafı eline alıp bana döndü.

“Klasörlerde cennetim klasörünü aç .. Oradaki fotoğrafların hepsi evdeki fotoğraf albümlerimizden çekilmiş resimler. Maalesef o dönemler fotoğraf makinaları yaygın değildi ve dijital olarak aktarabileceğimiz yada saklayabileceğimiz akıllı telefon yoktu  ve bilgisayar sayısı azdı. Renkli fotoğraf baskısı da yakın zamanda çıkmıştı. Bazıları siyah beyaz bu nedenle fotoğrafların ama gönül gözüyle baktığında siyah beyaz görüntünün pek bir farkı olmuyor..” annemden bahsederken gözlerinin içi gülüyordu.

Klasörde açtığım fotoğraflara bakmaya başladım. Anneme benziyordum. Benzerlik çok netti! Kurumum eminim anneme bu kadar benzediğimi bilseydi beni bu işe hiç sokmazdı. Çünkü zaman gerekiyordu bize en çok, fakat bu benzerlik Akıncı ‘yı erken uyandırmıştı. Tek üstüne basıp geçtiğimiz nokta, koca operasyonu gümletti..

Birlikte çektirmiş oldukları fotoğraflarda gerçekten ikisi de çok mutluydu. Annem onunla mutluymuş. Önceden bu kadar tehlikeli hırsları olan biri değildi belki, sevilebilecek bir adamdı ki annem seviyordu. Ona baktığı fotoğraflarında annemin gözlerinde aşk vardı. Belki de annem öldükten sonra böyle biri oldu Akıncı!!

Annem!! Fotoğraflarına bakarken içimdeki sıcaklığı hissetmemek mümkün değildi. Elimi telefon ekranına götürüp yüzünün olduğu kareye parmağımı dokundurup yakınlaştırdım. Benim annem!! Hiç varlığını, kokusunu hissetmediğim, sesini duymadığım, yüzünü görmediğim annem!!

Fotoğraflar arasında ilerlerken bir fotoğrafta durdurdu beni Akıncı.

“Burada sana 6 aylık hamileydi. Hamile zamanlarından çok fazla fotoğrafı var. Ama evdeki albümlerde hepsi. Gidince onlara da bakarız..”

Telefonu kapatıp ona doğru uzattım. Telefonu elimden alırken cüzdanından çıkardığı birkaç fotoğrafı elime tutuşturdu. Annem ve benim bebekken çekilmiş fotoğraflarımdı bunlar. İkimizin fotoğraflarını cüzdanında taşıyormuş. Kundakta ve annemin kucağında olduğum fotoğrafın üzerinde parmağımı gezdirirken istemsiz gülümsedim..

“Bebekken ne kadar çirkinmişim öyle.. Daha önce bana gösterdiğiniz fotoğrafta biraz daha sevimliydim en azından.” dedim gülerek.

Kahkaha attı.

“Sana gösterdiğim fotoğrafta daha büyüktün burada olduğundan. Burada yanlış hatırlamıyorsam eğer bir aylık ya vardın ya yoktun. Hem beşik çirkini mahalle güzeli olur derlerdi eskiler.. Haklılık payları varmış..” dedi.

Fotoğrafları geri uzattığımda alıp itinayla cüzdanına yerleştirdi.

Yatakta ona doğru döndüm.

“Bu kadar çok mu aşıktınız ona?” zihnim halen böyle birinin başkasını bu kadar sevebileceğini kabullenmiyordu.

Sanki tüm anıları gözünün önünden geçiyormuş gibi özlemle bir süre boşluğa baktı. Sonra çok sıcak gülümsedi , arkasına yaslandı ve gözlerini boşluktan ayırıp yüzüme baktı.

“Daha önce biriyle böyle bir his yaşadın mı bilmiyorum ama ben onunla tamamlanıyordum, onsuz eksiktim. Ruh eşinden öte, nefes aldığımı yaşadığımı onunla hissediyordum. Sanki onun yanına gelmeden nefes almıyormuş gibi. Dünya da renk yoktu o yanımda değilken, onu görünce her yer rengarenk olurdu...” gözlerindeki hüzün ile başını öne eğdi ve devam etti.
“Öldüğünden bu yana ne nefes aldığımı hissettim, ne yaşadığımı.. Ne güneş gördüm ne de bir renk...” ellerini gözünden akan iki damla yaşı silmek için yüzüne götürdü.

“Nasıl biriydi karakter olarak??” dedim. Adamın önümde hıçkıra hıçkıra ağlamasını istemiyordum ama merak ediyordum annemi..

“Her konuda tanıdığım en iyi insandı.  Kimseyi incitmek üzmek istemezdi. Konuşurken bile düşüne düşüne tane tane konuşurdu. Naif ve ince bir kadındı. Hareketleri, konuşması, sesi her şeyi naifti.. Her şeyiyle harika bir kadındı annen..”

“O zaman sadece onunla fiziksel olarak benziyorum.”

“Yok o da senin gibi inatçıydı. Senin gibi olay çıkarmazdı ya da hemen itiraz etmezdi. Tamam derdi kavga çıkmasın diye ama yine bildiğini okurdu. İnatçılığın, burnunun dikine gitmen de ona benzemiş.” dedi hafif gülerek.

“Ben bu özelliklerimi nedense ondan almış olduğumu düşünmüyorum.” Yüzüne imalı bakarak gülümsedim.

“Yavrum sen bizim ikimizin canından parçasın. İlla ki ya ona ya bana benzeyecektin. Başka ihtimal yok ki.. Hem iyi huy ya da kötü huy hiç fark etmiyor konu evladın olduğunda. İleride bir gün anne olduğunda anlarsın..”

“Annem çalışıyor muydu? Bir mesleği var mıydı?”

“Mimardı. Hem de işinde çok yetenekli başarılı bir mimardı. Zaten o dönemler yeni kurduğum şirketimin binasının çizimi vesilesiyle tanışmıştık. Yarın gideceğimiz evin de çizimleri her şeyi ona ait. Kendi istediği gibi tasarladı düşündü onun gönlünden geçtiği gibi yaptırdım..”

“Burada neden yaşamadınız. Belki burada kalsaydınız bu kadar paramparça olmayacaktı hiç bir şey ?”

“Annen istemedi. Türkiye ‘yi seviyordu. Ailesi ordaydı. Birde dediğim gibi çok ince düşünen biriydi. Atay vardı hayatımda. Benim burada olmam Atay ile uzaklaşmamı gerektirecekti. O asla böyle bir durumu kabul etmezdi.”

“Zaten uzaksınız..” ani bir şekilde verdiğim yanıtla dudağımı ısırdım.

“Öyle ama yaşadıklarımız ağır şeylerdi. İkimizin de kayıpları ağır geldi bize ve birbirimizin acısını paylaşamadıkça uzaklaştık. Olaylar böyle olmasaydı belki iyi bir baba oğul ilişkimiz olabilirdi..”

“Yazılan değişmiyor...” dediğimde yüzüme dikkatli baktı.

“Kaderci biri misin?” dedi. Kısa bir an düşündüm.

“Yazılana giden yolun değişebildiğine ama sonucun değişmediğine inanıyorum sadece..”

“Belki kaderin yazdığı sonda mutlu bir aile vardır. Giden yollar zaten yeterince değişti.”

“Kim bilir !! Belki ...” diyebildim ellerimi iki yana açarak.

“Aç olmadığına ya da yiyecek içecek herhangi bir şey istemediğine emin misin?”

“Bulabilirlerse eğer bir çay ve sigara ..” dedim gülümseyerek.

Eline telefonu alırken bana baktı.

“Sigara yasak ama!”

“Yasaklar konusunda bu kadar hassasiyetiniz varsa neden yasa dışı işler yapıyorsunuz?” fırsatını bulunca laf sokma huyumu kimden almış olabilirim diye düşündüm bir an..

“Sağlığın açısından yasak Aslı!” yüzü asılmıştı.

Bu Aslı olayına ne zaman alışabilirdim ki !!

Telefonu kulağına götürdüğünde bana çay ve kendine kahve istedi. Sonrasında bana tekrar döndü.

“Sigara hangi marka?”

“Fark etmez...” dediğimde sigarayı da söyleyip telefonu kapattı.

Yarım saat geçmeden pencerede sigaramı yakmış çayımı içiyordum. Akıncı dosyalara gömülmüştü. Uzun süren sessizlik sonrası manzaradan gözümü ayırmadan konuştum.

“Atay nasıl?”

Bir süre söyleyeceklerini toparlamaya çalıştı. Sıkıntıyla elindeki dosyayı kenara bıraktı.

“Olaydan sonraki ilk günler oldukça öfkeliydi. Ben zaten seni buraya getirdikten sonra onunla yüz yüze görüşmedim. Telefonda konuştuk. Ama son günlerde o da seni soruyor. Pişmanlık var anladığım kadarıyla..”

“Olmalı da!”

“Güzel kızım, sen hayatındaki gerçekleri yani bizi ne zaman öğrendin kaç yaşındaydın o zaman bilmiyorum. Ama Atay bunu yeni öğreniyor. Sindirmesi ve benimsemesi zaman alacak ve bu süreç hepimiz açısından biraz sancılı geçecek.”

“Yıllarca beni arayıp bunu Atay ' dan nasıl saklayabildiniz?!” sinirle ona doğru döndüm.

“Bizim Atay ile iş dışında pek konumuz olmaz Aslı. Birbirimizden hep uzaktık. Bu onun çocukluğunda da öyleydi. Pek anlaşabildiğimiz söylenmez sende gördün zaten yaşadın bizimle. Ve zaten senin yaşadığını bile bilmiyordum ki Atay ‘a bir kardeşi olduğunu söylediğimde gösterdiği tepki malum! Benden önce araştırıp bir şekilde seni bulma durumunu göze alamazdım!!”

“Eli kolu daha mı uzun onun?” tek kaşımı kaldırarak konuştum.

“Hayır ama yaş farkından dolayı çevresi daha geniş ve akran grubundasınız.. Zaten kayıtlarda ölü olduğun bilgisini gördükten sonra da söylemeye gerek kalmadı..”

“Nasıl olacak nasıl gidecek hala kestiremiyorum..”

“Düşünme bu kadar! Ben eminim her şey çok daha iyi olacak! Atay’ın öfkesi geçecek. Zaten seni kolay kabullenmişti. Bir çok kişiden daha kolay kabullendi öncesinde. Şimdi bence kardeş olma fikri biraz sarssa da alışacaktır..”

“Annemden nefret ediyor!!” ciğerlerimdeki dumanı tüm gücümle dışarı üfledim.

“Hiç biri aşılmayacak sorunlar değil! Zaman geçtikçe daha makul düşünecektir. Annene biriktirdiği öfkesini sana yansıtmaması gerektiğini anlayacaktır..”

“Ben diyorum ki gideyim eskisi gibi uzakta olayım..”

“Bu konu tartışmaya kapalı Aslı!! Herkes birbirini kabullenecek, öfkesini hesaplaşmalarını yerin yedi kat dibine gömecek!!” sinirle söylediği cümleden sonra gözlüklerini takıp tekrar dosyaların arasına daldı..

Diyecek bir şey yoktu... Yatağa dönüp huzursuzluk içinde uyumaya çalıştım.

Sabah yapılması gereken tetkikler yapıldığında ve dikişlerim alındığında zaman tahmini öğlene geliyor olmalıydı. İlk iş bir telefon almalıydım ya da bir saat diye düşünerek gözlerimi devirdim. Hayatı boyunca saatiyle bitişik yaşamış olan ben, en önemli alışkanlığım olduğu için sık sık zamanı sorgulama ihtiyacı hissediyordum. Sorgulanacak bu kadar şey arasında !!

Sonuçlar için doktoru beklerken yine düşünüyordum ve yine düşünmekten yoruluyordum. Kapının açılma sesiyle yatakta doğruldum ve karşımda Erdal ‘ı görmemle hemen gözlerim parladı. Ona doğru elimi uzattığımda gülümseyerek hızla yanıma gelip ellerimi tuttu ve yatağa oturdu..

“Nasılsın Ferah?”

“İyiyim iyiyim.!! Sen bizimkilerden haber ver ne diyorlar..”

“Burada bir çıkarma operasyonu yapılmayacak. Yurt dışındayız malum ve Akıncı’nın burada bir ordu gibi koruması var...” yüzüne alayla baktım.

“Beni çıkarmamak için bahaneler....” diye mırıldandım.

Elimin üzerine elini koydu.

“Düşündüğün gibi değil. Akıncı burada çok uzun yıllardır çalıştı. Türkiye’ de olduğu gibi yerleşik bir düzeni ve birçok legal ve illegal ortaklıkları var. İllegal ortaklıklarının sağladığı korumalar ve bağlantılar ile şuan olması gerektiğinden daha güçlü ve bu durumda bu ülkedeki güvenlik güçleri ile çıkacak herhangi bir çatışma emniyetin başına çok büyük sorunlar açar. Zaten Interpol bile bürokratın kurduğu baskıyla yerini rica minnet bize bildirdi. Baskı olmasaydı kesinlikle bilgi paylaşmazlardı. Herhangi bir mesele istemiyoruz diye de bildirmişler üstelik. Bu durumda baya sıkıntılı durumdayız.”

“Ne olacak peki?”

“Türkiye’ye döneceksin önce. Eve hapsedecek hali yok ya. Bir şekilde buluşup bir plan yapacağız ve ilk fırsatta seni alıp yurt dışına başka bir ülkeye güvenli şekilde çıkaracağız. Türkiye ‘den seni çıkarmak mesele olmaz ama Akıncı senin kızı olduğunu öğrendi. Bundan sonra ondan kaçışın çok zor!!”

Sinirli şekilde yüzüne baktım. Derin bir nefes aldı.

“Ferah işler maalesef sarpa sardı. Şuan Akıncı’nın yanında olmaktan başta yapabileceğin bir şey yok. Ülkeye döndüğünde çözmeye çalışacağız her şeyi. Biraz sabır..”

“Dosyayı açabildiler mi ?” dedim. Gülümsedi.

“Bu durumda bunu mu düşünüyorsun gerçekten?”

“Boka bu kadar battık bari bir işe yarasaydı...!” dedim bıkkınlıkla.

“Hayır açılamadı..”

“Bu yüzden beni çıkarmak istemiyorlar desene..”

“Konu bundan daha karmaşık. Operasyonu bilen bürokratların ikisi operasyondan çekildi. Akıncı ile karşı karşıya gelmek istemiyorlar. Sadece bir tanesi bundan sonra bizimle, o da dosyanın açılıp başından beri elde edilmesi gereken bilgilerin elinde olması şartını ortaya koyuyor. Hakan abi ne kadar dirense de maalesef aksi bir çözüme ikna edemiyor. Onun da desteğini kaybetmek istemediği için açıkçası fazla üsteleyemiyor. Bunun için de en azından dosya açılıp yada başka şekilde bu verileri sen elde edene kadar seni çıkarmak istemiyor..”

“Her yol Roma ‘ya çıkıyor yani...”

“Aynen öyle.. Zaten artık herkes gerçek kimliğini biliyor. Bütün ülke biliyor. Ünlü iş insanı Mehmet Akıncı ‘nın kızı vuruldu diye haberler bangır bangır haber yaptı...”

Yüzüne gözlerimi kısarak baktım.

“Onun mekanındaydık istemese hiç haber çıkarmazdı dışarıya !?”

“Dedim ya içeriye girdiğinden beri muhtemel bütün konsey adaylarını , üyelerini doğrudan yada dolaylı şekilde üzerine zıplattığın için bundan sonrasında Akıncı’nın seni başta onlar ve sonrasında geçmişte olmuş olabilecek tüm düşmanlarından korumak için yaptığı bir hareketti.”

“Vuran kişinin Atay olduğu biliniyor mu ?”

“Hayır !! Sende çocuğusun Atay ‘da. İkinizi de korumak zorunda!!”

Elimle ağrı giren başımı ovmaya başladığımda Erdal ayağa kalktı ve cebinden bir şey çıkardı. Akıllı saat benzeri bir şeydi. Yüzüne baktım.

“Akıllı saat görünümlü bir verici. Nerde olduğunu takip etmemiz için verici takıldı içine..” saati bana yaklaştırıp yanındaki tuşlardan birini gösterdi. “Sanal numaralar oluşturup takip edilemez çağrı yapma özelliği var. Tuşa bir kez basman yeterli. Şebnem’deki benzer bir cihaza çağrı bildiğimi düşecek ve yanıtladığında sesli olarak görüşebilirsiniz. Şimdilik herhangi bir yere sakla görmesin kimse. Sonrasında telefon almaya diye bir yerlere çıktığında telefonla birlikte almış gibi gösterip koluna takarsın..”

Saati elime alıp başımla onayladım.

Sevgi dolu baktı yüzüme.. Ben ona takılmak için hep çömez vs dedim ama bu kadar süre emniyetin içinde çok fazla çömez yetiştirdim ve hiç birine gerçekte çömez muamelesi yapmadım. Aramızda hep ekip arkadaşından öte bağlılık vardı. Gözlerinde bu bağlılığı görmek beni mutlu etti. Gülümsedim.

“Her ne olursa olsun , herkes arkamızdan çekilse bile biz ekip olarak yanındayız. Bunu sakın unutma! Yalnız değilsin biz varız!”

“Biliyorum...” dedim gözlerimin yaşarmasını göstermemek için başımı öne eğdim.

“Çıkmam gerek artık. Sen taburcu olduğunda ben ülkeye döneceğim. Haberleşiriz...” dedi ve hızla kapıdan çıkıp gitti.

Bütün verileri bir araya getirdiğimde zaten elde yapacak başka bir şey kalmıyordu. Ben buradan kendi imkanlarımla kaçsam bile emniyetin desteği ve koruması olmadan nereye gidersem gideyim Akıncı beni eliyle koymuş gibi bulurdu. Ki bu durumda kafama göre kaçtığımda emniyeti de bu kez karşıma almış olacaktım ve bu şuan istediğim son şeydi.

Benim bir operasyon için aralarına girdiğimi tahmin ediyor muydu acaba? Bu konuda hiç yorum yapmamıştı ve geçmişin tamamen kapandı diyerek üzerine basa basa söylemişti.

Ne kadar çıkar bir yol bulmaya çalışsam da sanırım öyle bir yol yoktu. Bir an önce dosya verilerine ulaşmam gerekiyordu. Gerçi şifresini ben girerim ve al kimle anlaştıysan gönder sormayacağım demişti ama eğer bu olursa benim halen devlete çalıştığımı anlardı. Devletin himayesinde olan birinin kimlik bilgilerini devlet kurumundan başka kimse bilemezdi ki onun kızı olduğumu bilen başka birileriyle dosya üzerinden anlaşma yaparak aralarına sızacağım ihtimali bu açıdan düşüktü. İşin içinde sadece devletin olduğunu net anlayacaktı. Bu kez emniyetin başı bu gizli operasyon nedeniyle belaya girecekti belki tüm ekip atılacaktı ve konuyu bilen bürokratlar yargılanacaktı. Çünkü her biriyle ayrı ayrı uğraşacaktı Akıncı.

Çocuğun ailesini ve ailesinin onu aradığını bildikleri halde bilgi vermedikleri için, bilgi vermedikleri gibi didik didik edildiği halde sakladıkları için, hatta yaşadığı halde dosyasına yalan beyan ekleyip öldü gösterdikleri için, tüm kimlik bilgilerimi silip yok ettikleri için, soy bağımı değiştirdikleri için...

Ve bunların hepsini bu ülkeye çok fazla faydası dokunmuş! sözde çok değerli bir bilim insanının adını lekelemek ve iftira atmak için birkaç kendini bilmez üst düzey bürokratın yaptığını söyleyip hepsiyle tek tek uğraşacak ve ceza kesecekti. Evet evet aynen bu sözler ona ait olacaktı. Mağdur gösterecekti kendini herkese !!

Kendisini mağdur, devleti suçlu gösterecekti. Ben, beni bu yaşıma getirmiş olan devletin kamuoyu önünde bu şekilde suçlanması yerine canımı verirdim. Doğru duran bir Akıncı olaydı eğer, devlet ona kızını emanet edebilecek kadar güvenebilseydi, yasalara kurallara uygun biri gibi yaşasaydı hiç kimse beni ondan gizlemezdi ve beni bu kadar ateşe atıp bu adamı yargılatmak niyetine düşmezlerdi.

Yapacak bir şey yok! Onun istediği gibi davranarak belki proje bilgilerini öğrenebilirdim. Netice de öz kızıyım. Bir yere kadar saklayabilir bunları benden. Hiç bir şey için geç değil.. Planlanan her şey bilgileri elde ettiğimde de yapılabilir.

Asıl mesele bu süreçte Akıncı ile birlikte nasıl yaşayacaktım? Ve ikinci büyük mesele Atay ile birbirimize nasıl katlanacaktık?

Yataktan kalkıp kapıyı kilitledim. Odadaki dolabın içinden benim için alınan kıyafetleri çıkarıp uygun birini üzerime giydim. Geri kalan kıyafetleri ve üzerimden çıkardığım pijamayı alt dolaptaki küçük valizin içerisine gelişi güzel koydum. Yatağın üzerine bıraktığım Erdal ‘ın verdiği saati valize koymayı düşünsem de vazgeçtim. Sutyenimin içine düzgünce yerleştirdiğimde kapıyı biri açmaya çalıştı. Açılmayınca akabinde kapıya tıklandı.

“Dingo’ nun ahırı sanki .....” diye mırıldandım tişörtümü düzeltirken.

“Kim o?” diye bağırdım.

“Aslı, benim!!” dedi Akıncı sert ses tonuyla. Kapı kilitli diye kızdı herhalde..

Kapıya ilerleyip kilidini açtığımda bir yandan içeri girmek için adım atarken çatık kaşlarıyla yüzüme baktı. Odaya hızlıca göz attı. Aklından geçenlere bu kez o görmeden gözlerimi devirdim..

“Üzerimi giyinmek için kilitlemiştim.” Sade ve tok ses tonum ile bana baktı. Üzerimi giyindiğimi görünce bakışları yumuşadı.

“Sorun yok kızım. Hazırlanmışsın zaten artık çıkabiliriz.” dedi ve eliyle kapıyı işaret etti.

Valizi almak için eğildiğimde, “ Onu taşırlar, senin ağır kaldırman yasak! Zaten ne diye topladıysan evde bir sürü kıyafetin var.”

Valizi almadan doğrulup kapıya doğru ilerledim. Arkam ona dönükken konuştum.

“Seninle yaşamayı kabul ediyor olmam, şu zengin ve ulaşılmaz egonu da kabul ettiğim anlamına gelmiyor. Baştan diyeyim de sorun olmasın ya da sorun olsun benim için çok önemli değil!! Senin için uyarıyorum!” dedim sakin ama net bir şekilde..

Arkamdan gelen adımları durdu. Geri dönüp yüzüne baktım. Gülümsüyordu.

“Sen benimle senli benli konuşmayı tercih ettiğin sürece aramızda sorun olabilecek bir mesele olacağına ihtimal vermiyorum..”

“Hitap şekli sorunları çözmede yetkin bir seçim değildir. Sürekli Mehmet bey diyerek sözü uzatmayı gereksiz buldum diyelim.”

Yanıma gelip belime elini koydu.

“Bence de gereksiz Aslı. Bu nedenle 'baba' demen hem daha uygun ve anlamlı hem de kısa bir söz olduğu için  iyi bir seçim olurdu. Denemelisin mutlaka!!” dedi gülümseyerek.

Gözlerimin bu kez iradem dışında kendi kendine devrildiğini hissettiğimde belimden kibarca iterek kahkaha attı.


Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Oct 27, 2022 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

FEDA +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin