|35|

751 49 38
                                    










Seyretmekte olduğum şey bir boşluktan ibaretti. Yani kimine göre.

İnsan sadece bakmak için mi gözlerini açardı? Yoksa görülmeyenin ötesindekileri fark etmek için mi? Ben ikincisini yaptığımı sanmakla mükelleftim, malum, herkes bir başkasından farklı olduğunu düşünmek isterdi.

Çift kapaklı pencereden gelen güneş ışınlarının dansı çok güzeldi. İçime çektiğim tembel nefesin aksine, ışığın göz kırptığı toz zerrecikleri heyecanla oraya buraya uçuşuyordu.

Kafenin kirli oluşu belki de beni rahatsız etmeliydi. Fakat bakışlarımı bu küçük ve hareketli, çok kolay görmezden gelinebilecek manzaradan çekemiyordum. Pek sevdiğim kışa girdiğimizden beri özlemini çektiğim bu aşina manzara, aslında eski bir mekâna ayak bastığım an yakalamaya çalıştığım sessiz bir gösteriydi. Sanırsam insanlar arasında çok popüler değildi, zira gösterinin biletlerini bir tek ben ve güvercinler satın alıyordu.

Güneşli oluşunun yanı sıra buz gibi içimi titreten hava kimseye kapı açtırmamıştı, içeride hiç müşteri yoktu ve boş kafedeki yalnız bir garson gibi hissettim kendimi. Gerçi tekliğim hariç hepsi doğruydu.

Şu birkaç gündür garip, hislerimi uyuşturan bir ruh halindeydim. Bir yandan fırtına öncesi sessizliği andırıyordu, diğer yandan huzurlu, sonu gelmez günleri. Hayatın amacı üstüne teoriler üretmek benlik değildi ancak bir öpücüğün beni bu kadar değiştirmesi de kabul edilecek şey değildi.

Bu hale ne deniyordu bilmiyorum. Her şey inanılmaz derecede yolundaydı. Biriyle çıkıyordum, o biri sevdiğim biriydi. Öpüşmemizin hemen ertesi sabahı içine düştüğüm 'ben iyi bir halt mı ettim' batağından çıktığım, işe gitmemle monotonlaşan bir gündü.

Akın Sinem'le mutlu bir evlilik geçiriyordu, Bora Eray'la iyi anlaşıyordu ve ben de hayatımın tüm iyi dileklerini kullanmışım gibi Fasih'le mutluluğu yaşıyordum.

Gerçekten de, her şey yolundaydı.

Uzaktan, kafemizin tek televizyonundan hafta sonu kar beklendiğine dair başlıksız bir haber duyuyordum ama sanki bir fanusun içindeydim. Ortam yabancı bir kare, ben de ruhsuz bir izleyiciden başka bir şey değil gibiydim.

Kendime gelmek için başımı yanlara salladım. İşe yarıyordu çünkü algılarımın yerli yerine geçtiğini, donuk renklerin normale dönmeye başladığını hissettim. Gözüm kasanın arkasında didişen ikiliye takıldı.

Duygularıma hayali tokatlar atıp sinirlerimi uyandırdım. Elimdeki süpürge ucunu sıkarak adımlarımı onlara çevirdim. Yaklaştıkça fısıltı halinde tutmaya çalıştıkları tartışmanın gidişatını yakalayabildim.

''Senin benzerini hayvanat bahçesinde görmüştüm.'' diyordu Hakan, ''İnsanlar parmaklıklardan ona muz veriyorlardı.''

Mor saçlı arkadaşım dişlerini gıcırdattı. ''Sen bana maymun mu dedin?''

Yaptığını maharet bilen Hakan sırıttı, birbirlerine atılırlar diye aralarına girdim. ''Ecem, Hakan!'' Uzun süredir sessiz kaldığımdan mıdır nedir, sesim kendime bir yabancı geldi. ''Biraz sakin olmanızı istiyorum, her gün hırgürle geçmez ki!''

Gözlerini tehlikeli bir şekilde irileştirmiş Ecem, bu bakışı kızgın anneme benziyordu, ''Beni delirtiyor!'' diye çıkıştı.

''E iyi işte.'' diye lafa karıştı yanımdaki liseli. ''Tek yapmamız gereken seni deliler hastanesine yatırıp bir odaya kapatmak.''

Ajtó |boyxboy|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin