|3|

3.7K 285 69
                                    








Dün gece üçe kadar telefon baktığım için uykusuz ve huzursuzdum. İnsan sabah zombi gibi kalkacağını bile bile bunu kendine neden yapardı ki?

Her şey Bora'nın Otome oyunundan sıkılıp Youtube'a girmesiyle başlamıştı. Ne ara konu korku oyununa geldi bilinmez, son baktığımda video serisini yarılamıştık. İşin saçma yanı o da benim kadar korkuyordu, iki korkak oturup izleye izleye altımıza etmiştik resmen.

Sabah uyandığımızda kahvaltı hazırlayıp arkadaşımı evine göndermiş, tembelce üzerimi değiştirip yarı zamanlı işime gitmek için dışarı çıkmıştım. Basit bir kafede garsonluk yapıyordum. Asgari ücretle geçinen biri olarak işimden memnundum. Aslında insanlar da bu kadar fiyata mutlu olabilirlerdi ama herkes benim gibi azla yetinmeyi sevmiyordu. Anlaşılan çok da yoruma açık prensiplerim yoktu.

Toplu taşıma araçlarında bir yerlere değmeyi ya da yaslanmayı sevmezdim ama yolculuk boyunca, dünden mütevellit ağrıyan sırtımı otobüs koltuğuna yaslamak durumunda kalmıştım.

Nihayet tanıdık durağa gelince aracı durdurup aşağı indim. Hızlı adımlarımı birbirinin önüne atarken geç kalmadığım için içim rahattı. Bir yere geç kalmaktansa bir saat erken gitmeyi yeğleyenlerdendim.

Caddenin başındaki kafeden içeri girdiğimde beni yoğun bir kahve ve rutubet kokusu karşıladı. Kahve değil ama rutubet kokusuna bayıldığım için derin derin iç çektim. Kısmen boş olan alanda ilerleyip telefonuyla ilgilenen kasiyer arkadaşıma seslendim. ''Günaydın Ecem!''

Ekrana eğdiği başını kaldırdı ve beni tanıyarak gülümsedi. ''Sana da günaydın Onat.''

Kendisi acayip dar kıyafetler giyen mor saçlı bir kızdı. Benden üç yaş daha küçüktü, liseyi bitirir bitirmez bu işe girmişti. İkimiz de gündüzde çalıştığımız için biraz kaynaşma fırsatı bulmuştuk. Kafa bir kızdı.

''Patron henüz gelmedi mi?'' diye sordum kasayı es geçip arka taraftaki odalara yürürken.

''Henüz gelmedi, bugün biraz gecikme ihtimali varmış.''

Ecem'in cümlesinin sonunu dinledikten sonra giyinme odasına girip iletişimimizi kestim. Üzerinde kendi ismim olan kıyafet dolabını açıp siyah renkli tişörtle pantolonumu çıkardım. Kıyafet değiştirme faslı bittikten sonra cüzdanımı dolaba koydum, yaka kartımı göğsümün soluna iliştirip dolabı geri kitledim. Telefonumu cebime sıkıştırmadan önce sesini kıstım, patron beni iki kez uyarmıştı bu konuda.

Giyinme odasından çıkıp lobiye geldiğimde birkaç müşterinin kafeye giriş yaptığını gördüm. Kasaya yaklaşıp ''Başlayalım mı?'' diye sordum. En azından ben siparişleri alana kadar hazır olması gerekiyordu.

''Başlayabiliriz, sorun değil.''

Onayımı alıp önce malzeme dolabının olduğu köşeye geçtim, oradan birisi ıslak diğeri kuru iki bez kaptım. Bezlerle tüm masaları silerken gelmiş olan müşterilere düşünmeleri için zaman tanıdım. Masaları güzelce temizledikten sonra tuzluk ve şekerlikleri düzelttim. Bazıları devrilmiş ve kapağı çıkanlar ortalığa dağılmıştı. Onlarla da işim bitince siparişleri aldım, kafeye aç geldikleri için kahvaltı istemişlerdi.

Gözlerimle üstünü karaladığım not kağıdımı şöyle bir geçerken Şef'in yanına koşturdum. Aslında adı Ahmet Abi'ydi ama çalışanlar hep Şef diye seslenirdi ona. Yaptığı tost gibi basit yemekler de olsa tadını hep çok iyi tuttururdu. Müşteriler severdi ondan kahvaltı istemeyi.

Ajtó |boyxboy|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin