Kantinde ayaklarımı ön sandalyeye uzatmış elimdeki telefondan oyun oynarken etraftaki sesleri duymaz olmuştum.
Dilay'ı bahçede öylece bırakıp gelmemin üzerinden sadece bir kaç ders geçmişti ve açıkçası şuan donuyordum. Okuldayım fakat ısıtıcıların neredeyse hiçbiri çalışmıyordu ve benim montum Dilay'daydı.
Bedenim soğuk içimse sıcacıktı.
Bayık bakışlarla elimdeki telefonu izlerken bir el ateş ettim önemdeki rakibime. Ardından attığım mermi oyundaki adamın kafasını delip geçerken kendimi kaybedip koca bir çığlığı bastım ve oyuna devam etmeye çalıştım.
Önümde bir şeyler hareketlendi. Ardından birileri ayağımın altındaki sandalyeyi çekti ve bacaklarım yüksek sesle yürü düştü. Oyunu kapatıp telefonu kucağıma koyarken merakla ve biraz da sinirle başımı kaldırdım.
Dilay'ı gördüm.
Ellerim birden boşaldı. Telefon kucağımdan kaydı ve kalbim ritimini bozmaya başladı.
Sensedim.
Dilay bir bana bir de düşen telefonuma baktı ve eğilip yerden telefonumu alırken üzerine giydiği bana ait olan montu gördüm.
"Düşürdün," dedi Dilay. Ardından telefonu bana uzattı. Hiçbir şey söylemeden elinden telefonumu aldım ve bakışlarımı ondan çektim.
Masaya iki kahve bardağı bırakmıştı.
Birini benim önüme itip, "Sana getirdim," dedi. Kaşlarımı kaldırıp kahve bardağını kavradım. "Gerek yoktu," dedim. O kahvesinden bir yudum alıp, "Montunu bana verdiğin için üşüyor olmalısın," dedi. "Kaloriferler bugün yanmıyor. Isın diye getirdim."
Daha iki gün önce beni hisset diye sızlanan Parla, bir anda Dilay'ın dikkat merkezi olmuştu.
Hayat gerçekten de sürprizlerle doluydu.
"Üşümüyordum," dedim. İçimden bir ses bana, "Yalancı Pinokyo!" dedi ama ona aldırmadım. Dilay buna gülüp, "Çünkü pantolon giyiyorsun," dedi. Ardından, "Sahi," diye de ekledi. "Sen neden pantolon giyiyorsun?"
"Etek giymeyi sevmiyorum," dedim. "Okul pantolon giymeye izin verince bu şansı kullandım." Ardından onun eteğini gösterdim. "Yoksa senin gibi böyle titrerdim."
"Orası öyle," dedi. Bir anda bakışlarını bana döndürdü ve heyecanla konuşmaya başladı. "Ben severim etekleri. Elbiseleri de öyle. Giyerim de hep. Biliyor musun? Dolabım renk renk elbiselerle dolu. Moru, mavisi, pembesi, her rengi var neredeyse. Giyer gezerim. Kış ayları biraz sıkıntı oluyor ama montumu giyince hiçbir soğuğu hissetmiyorum."
Ben kahvemi yudumlayıp onu dikkatle dinlerken birden durdu. Heyecanını bastırıp, "Ben," diye başladı söze. "Yine çok konuştum değil mi?"
"Hayır," dedim rahat bir sesle. Üzülmemesi için başımı eğip yüzüne bakmaya çalıştım. "Çok konuşmadın. Devam et istersen." Kahveyi masaya bıraktım. "Hatta seni bir elbisenin içinde hayal etmeye bile başladım."
Sen hep böyle konuş, Dilay. Ben seni sabaha kadar dinlerim. Hem de of bile demeden, sesinde dinlenirim, ruhunu hisseder, gülüşünde boğulurum.
"Söyleyecek sözüm kalmadı," dedi Dilay. "Öyle işte. Zaten buraya konuşmaya gelmedim." Ayağa kalkıp montumu çıkarmaya başladı.
Bana küçük gelen mont Dilay'ın üzerine çuval gibi olmuştu.
"Sen de kalabilirdi," dedim. Dilay başını iki yana sallayıp, "Buna gerek yok," diye cevap verdi. "Kendi montum var. Gidip giyeceğim şimdi."
"Peki," dedim sadece. "Sen nasıl istersen öyle olsun." Dilay bana tebessüm etti. "Teşekkür ederim," dedi. "Mont için. Sıcacık tuttu beni." Ardından montu bana uzattı. "Bana biraz çuval gibi oldu ama."
Gözlerimi kısıp güldüm. "Bir şey değil, Dilay," dedim. "Üşürsen bana gel, montum ve ben seni ısıtmak için buradayız."
Dilay neşeyle elini kaldırdı. Elini iki yana sallayıp geriye bir kaç adım attı ve ardından arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı.
O arkasını döner dönmez otuz iki diş sırıttım. Daha sonra ellerimi dizlerime heyecanla vurmaya başladım ve tüm herkesin bana dönüp bakmasını sağladım.
Öksürüp önüme döndüm.
Montu giydim. Burnuma bir koku doldu. Bu benim kokum değildi. Acaba Dilay böyle mi kokuyordu? Bunu bilmiyordum.
Garip bir içgüdüyle hözlerimi kaldırıp kapıya baktığım zaman Ozan'la Dilay'ı beraber gördüm.
Gülüşüm soldu.
Gözlerime bir durgunluk yayıldı ve sakince onları izlemeye başladım. Hem de hiç kıpırdamadan.
Konuşuyorlardı. Dilay onu dinliyor arada ise kısa cevaplarla onu yanıtlıyordu. Ozan'sa sürekli bir şeyler anlatıyor, gözlerini Dilay'dan bir saniye bile olsun ayırmıyordu.
Bu da ben de onun gözlerini oyma isteği yaratıyordu.
Ardından Ozan, Dilay'a gülümsedi ve kollarını iki yana açıp Dilay'ı bekledi. Dilay hiçbir şey yapmazken Ozan Dilay'ı kollarının arasına aldı ve göğüsüne yasladı.
Dilay kollarını ona sarmadı.
Üzerine Dilay'ın kokusu sinen montumu çıkarıp masanın üzerine koydum. Üşüyordum. Artık bedenimle beraber içim de üşüyordu.
Genzime sert bir ayaz doldu.
Dilay bir kaç saniye durduktan sonra kollarını Ozan'a mesafeli bir şekilde sardı ve bu benim kalbimin parçalanmasına neden oldu.
Gözlerimi ondan çekmezken Dilay bakışlarını kaldırdı ve bir süre sonra bana baktı. Bana baktığını görünce bakışlarımı ondan kaçırmadım.
Ona tebessüm ettim ve masadan kalkmadan hemen önce bana almış olduğu, başka zaman olsa kutusunu dâhi saklayacağım bu kahve kutusunu çöpe attım ve montumu alıp sınıfama doğru adımladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mehlikâ (gxg)
Random+90..: O aptal sevgilini sevmediğini biliyorum. +90..: Sadece yargılanmaktan korkuyorsun. +90..: Bense seni görüyorum. +90..: Seni görüyor ve hissediyorum. Dilay: Ne saçmalıyorsun? +90..: O kadar korkaksın ki gözlerini açıp etrafına bakmıyorsun. +9...