"Öyle işte," dedim beni dinleyen Ozan'a. "Gitti. Bencillik yakasını bırakmadı. Onunla bu kadar anı biriktirmişken gitmem onu yıkar demedi. Gözünü bile kırpmadı. Sadece kendisini düşündü ve gitti." Ona döndüm. "Benim elimden hiçbir şey gelmez artık. Her şeyi ben yapmak, herkesi de ben toparlamak zorunda değilim. Bazı şeyler karşılıklı olmalı. Sevgi gibi."
Ozan onu aramamdan on dakika sonra yanımda belirmişti. Beni görmüş, arabasından inmiş ve bana sıkıca sarılmıştı. Sonra bir kaldırım kenarına oturmuştuk, ona her şeyi anlatmış, dert yanmıştım. Oysa beni tek kelime etmeden dikkatle dinlemişti.
"Ne diyeyim be oğlum." dedi Ozan. "Ne denir ki? İlk kez birileriyle dertleşiyorum." Sol elini ensesine götürdü ve kısık gözlerle bana baktı. "Ama Dilay öyledir. İstekleri korkularının önüne geçer hep. Korkularıyla yaşar, korkurıyla kararlar verir ve korkuları en önde gelir. Fakat bir yere kadar çekersin onu. Sonrasında ne değer görürsün ne de sevgi. Bu da seni yorar. Tıpkı şimdiki gibi."
Derin bir nefes verdim. Ardından, "Her neyse," dedim. "Sen istediklerimi aldın mı?" Ozan bana başını salladı. Ardından cebinden 2 kutu çilekli süt çıkarıp tekini bana uzattı. "Bu ne oğlum?" diye sordum. "Ben sana bunu mu al dedim?"
"Söylediğini alacağımı mı düşündün?" dedi bana doğru. "Süt iyi gelir. Vur kafaya hadi, çok konuşma. Erdi şişirdi zaten başımı." Uzattığı sütü kavradım. Pipetini soyarken, "O nerede?" diye sordum. "Birlikle değil miydiniz?"
"Arabada," dedi arkayı göstererek. "Uyuyor. Sen aradığında da uyuyordu. Uyumasaydı koşa koşa gelirdi zaten." Ardından yüzünü buruşturdu. "Ama berbat kokuyor. Cidden çöp kovasına saklanmış ama işe yaramış. Bir çiziği bile yok."
"Aptal," dedim gülümseyerek. "Her tuşa basarak leveli geçmeye çalışıyor. Bir gün fena pataklanacak." Ozan katılmadığını belli edercesine dilini damağına vurdu. "Hayır," dedi. "Ben varken dokunamazlar."
"İyi çocuksun be." dedim tüm içtenliğimle. "O gün o merdivenlerde sana barış bayrağı uzatmasaydım kim bilir şuan ne haldeydim. İyi ki varsın Ozan. Tüm kalbimle söylüyorum."
"Sağol ortak," dedi Ozan. "Beni de sen toparladın zaten." Ardından gözlerini kaçırdı. "Bir de Leyla." Onu utandırmak için kocaman gülümsedim ve dirseğimle karnına vurdum. "Vay be," dedim. "Onunla nasıl aranız?"
"Eskisinden daha iyi." dedi Ozan. "Sizi de baya sevmiş. Yakın zamanda yeniden buluşmak istiyor. Benim yanımdayken kendisini daha rahat daha özgür hissediyormuş." Ona buruk bir gülümsemeyle baktım. "Onu gördüm." dedim. "Bakmakla görmek aynı şey değil. Ben onu gördüm. Gözlerinin içini gördüm. Yaralarıyla büyüyen bir kız çocuğu."
"Öyle." dedi bana doğru. "Bu yıl buradan gideceğiz." Buz kesildim. Kafa karışıklığıyla beraber, "Ne diyorsun?" diye sordum. "Ne saçmalıyorsun? Ne gitmesi?" Ozan konuyu kapatmak ister gibi elini salladı. "Bunu konuşmanın zamanı değil." dedi. "Yeri geldiğinde konuşacağız."
"Tam zamanı." dedim sinirle. "Ne gitmesi oğlum? Boktan muhabbetler açıp kafamın tasını attırma." O sırada Ozan'ın arabasının kapısı açıldı ve Erdi kırmızı gözlerle bize baktı. Ardından kapıyı kapattı ve eliyle saçlarını kaşıya kaşıya bize doğru adımlamaya başladı.
"Ne oluyor lan?" diye sordu. "Ben neden yatağımda değilim? Lan Ozan, beni nereye getirdin?" Gözlerini kocaman açtı. "Leyla yerine bana mı yanlıyorsun?"
Ozan bitmiş süt kutusunu Erdi'nin yüzüne fırlattı. "Kes sesini aptal." dedi. "Ben ne yapayım seni?" Erdi benim yanıma oturdu. İçtiğim sütü elimden aldı ve "Gece gece neden kaldırımda oturup süt içiyorsunuz?" diye sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mehlikâ (gxg)
Random+90..: O aptal sevgilini sevmediğini biliyorum. +90..: Sadece yargılanmaktan korkuyorsun. +90..: Bense seni görüyorum. +90..: Seni görüyor ve hissediyorum. Dilay: Ne saçmalıyorsun? +90..: O kadar korkaksın ki gözlerini açıp etrafına bakmıyorsun. +9...