17. bölümü de yayınladım fakat size sadece 18'in bildirimi gidiyor. Geriye dönüp 17'ye bakabilirsiniz. İki bölümü arka arkaya yayınladım.
Çantamdan bulduğum kalemi sağ elimle çevirirken bir yanda da ayağımla ritim tutuyor, kulaklıkla dinlediğim müziği sessizce mırıldanıyordum.
Bugünlerde pek sessizdim.
Dilay'a kırgındım. O bilmese bile ona kırıktım. Onu affedecektim. Ve yine o bunu bilmeyecekti.
Bu ne zamana kadar böyle devam edecekti?
Bir kaç gündür ona yazmamıştım. Onun gözünün önünde durmamış, yanına da gitmemiştim. Sınıftan dâhi çıkmamıştım. Öğle aralarında küçük pencereden onu ara sıra izlemiş, kolidorda da bir kaç kez karşılaşmıştım.
Müziklere sığınmıştım.
Birileri yanıma oturdu. Buna aldırış etmedim. Gözlerimi çevirdiğim kalemden ayırmadım ve müziği mırıldanmaya devam ettim.
Erdi ellerini gözümün önünde sallayıp, "Hey," dedi. "Rambo. Bir şey konuşuyoruz herhalde. Beni ciddiye alır mısın?" Ona cevap vermedim. "Beni göt yerine koyuyorsun."
"Söyle, Erdi." dedim kulaklıklarımı çıkarmadan. "Seni duyuyorum." Erdi kulağıma uzanıp kulaklıklarımı çıkardı ve onları kavrayıp cebine sıkıştırdı. "Beni dinle," dedi sadece.
Kalemi bırakıp ona baktım. "Tüm sınıflar çekiliş yapıyor. Bugün 11'lerin sırası. Okuldaki herkes toplanıp kura çekecek. Çıkan isimlere hediyeler alacağız." Gözünü kırptı. "Belki de senin şansın yaver gider. Kim bilir?" Ayağa kalktıp son kez bana baktı. "Haber vereyim istedim. Herkes aşağıya iniyor şimdi."
Ayaklanan sınıfa baktım. Ardından bakışlarım durgunlaştı ve geri önüme dönüp masayı izlemeye devam ettim.
Bu çekilişe Dilay için katılmak istiyordum ama koskoca okulun içinden onun bana çıkması neredeyse imkansızdı.
Hoş, ona zaten bir hediye almıştım.
Ayağa kalkıp kapıya doğru yöneldim. Keyifsiz adımlarla, biraz da iç burukluğuyla beraber merdivenleri inerken büyük salonun önüne geldim.
Neredeyse herkes buradaydı.
Benim gözlerim bu kalabalığın içinde o'nu aradı. Bulamadı.
Biraz daha etrafa baktıktan sonra bir köşeye geçip teker teker kağıt çeken yaşıtlarımı izledim.
Bu koskoca okulda yanımda duracak bir arkadaşım bile yoktu.
Ölsem kimse aramazdı beni.
Kollarımı önümde birleştirmiş çocukları izlerken kapıdan içeriye giren Dilay'a kaydı gözlerim. Duruşumu anında düzelttim. O ise bu kalabalık etrafa bakmaya devam etti. Sanki birilerini arıyormuş gibi.
Bu kişinin Ozan olduğunu düşündüm. Ardından başımı geri salona çevirdim ve gözlerim anında Ozan'ı buldu.
O da Dilay'a bakıyordu.
Elini aniden kaldırıp kendisini Dilay'a gösterdi. Dilay onu gördü ama hiçbir şey demeden gözlerini salonda dolaştırmaya devam etti.
Dilay kimi arıyordu?
Gözleri bana sataştı. Ardından gözlerime bakıp gülümsedi ve bana doğru ilerlemeye başladı.
Afalladım.
"Merhaba," dedi Dilay yanıma gelir gelmez. Üzerine montunu almıştı. "Seni arıyordum."
Baksana varmış; yanında duracak birileri varmış, Parla. Yoksa da sen onu düşlerine sıkıştır ve en azından hayallerinle yaşat.
"Öyle mi?" diye sordum. Gözlerimin büyüdüğünü hissettim. O benim heyecanımı gördü ve buna şaşırdı. Kendimi toparlayıp, "Yani," diye mırıldandım olayı toparlamak adına. "Böyle bir zırvalık var dediler. Zorunluymuş. Zorunlu olmasa gelmezdim."
Dilay duvara yaslanıp, "Bence çok hoş," dedi. "Hediye almaktan bahsediyorum. İnsan heyecanlanıyor acaba kime çıktım diye. Maddi değil manevi anlam önemli benim için. Bakınca bu çok pahalı değil de bu benim için çok önemli demek isterim."
Tek omzumu duvara yaslayıp durgunca onu izledim. O hızlı hızlı konuşuyor, konuşurken sık sık bana bakıyor, kendi söylediklerine gülümsüyordu.
"Öyle işte. Mümkünse ona çıktığım insan bana ucuz ama özel bir şeyler alsın. Geçen sene annem gece lambası almıştı bana. Çok sevinmiştim. Neden biliyor musun? Çünkü ben karanlıktan korkarım."
Bu benim dikkatimi çekti, hemen aklımın bir köşesine işaretledim.
"Bir çocuk gibi karanlıktan korkarım," dedi ve o an omuzlarının çöktüğüne şahit oldum. "Küçüklükten kalan bir şey. Travma da diyebiliriz." Gözlerini kaçırıp keskin bir nefes aldı. "Annem sağolsun."
"Belki de bir gün bunu benimle bölüşürsün," dedim. Onu zorlamak istemedim. Sadece başını salladı ve birlikte salonun ortasına doğru ilerledik.
İlk önce ben çektim. Ardından Dilay bir kaç saniye durdu ve en sonunda diğer elini kalbine koyup elini cam fanusun içine attı.
Kimi dilemişti?
Oradan ayrıldıktan sonra Dilay benimle vedalaştı ve kağıdını göğsüne saklayıp yanımdan ayrıldı. Ben ise kuytu bir köşeye geçip cebime sıkıştırdığım kağıtı açmaya başladım.
Aklıma gelen şeyle durdum.
Erdi bana benim kulaklıklarımı geri mi vermişti yoksa cebine atıp onları ceplemiş miydi?
Kağıtı geri cebime atıp koşar adımlarla sınıfa ilerlemeye başladım.
Parla'ya kim çıksın? Ozan mı, Dilay mı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mehlikâ (gxg)
Random+90..: O aptal sevgilini sevmediğini biliyorum. +90..: Sadece yargılanmaktan korkuyorsun. +90..: Bense seni görüyorum. +90..: Seni görüyor ve hissediyorum. Dilay: Ne saçmalıyorsun? +90..: O kadar korkaksın ki gözlerini açıp etrafına bakmıyorsun. +9...