3.3

2.4K 186 112
                                    

Dilay ellerini önünde birleştirmiş kendisini de duvara yaslamıştı ve ben onun yanında durmuş bir kolumu onun omzuna yaslamıştım.

Aramızdaki buzların eridiğini hissediyordum. Hiç bahsini açılmamıştık ama her şey hiç olmamış gibi davranmaya başlamıştık. Sanki o bana nefretini kusmamış gibiydi. Sanki hiç bana o mesajı atmamış gibiydi. Sanki hiç onu karanlıkta bırakmamış gibiydim.

Bunların hepsi unutulmuştu ve bir daha ne zaman açılırdı bilmiyordum.

"Korku trenine binelim." dedi Leyla. "Siz okey misiniz?" Dilay bunu durduğu an döndü ve ben kolumu onun tek omzuna yasladığım için yüzlerimizin çok yakın olduğuna şahit oldu. Gözleri büyüdü, şaşırdı ama bunu asla belli etmedi; ama benden gizleyemezdi.

"Korku treni olmaz." dedim pat diye. "Ben karanlıktan korkarım." Dilay karanlıktan korkuyor, diyemedim. O da hiçbir şey söylemedi ama gözlerini de benden çekmedi.

Erdi yanıma geldi ve "Sen karanlıktan mı korkuyorsun?" diye sordu. Ardından koca bir kahkaha attı. "Oğlum biz seninle kaç kere sinemaya gittik. Hiç altına işlediğini görmedim. Neden yalan atıyorsun?"

Boşta kalan dirseğimle onun karnına bir tane geçirip, "Kes sesini." dedim. "Evet korkarım. Sana ne?" Ardından Leyla'ya döndüm. "Çok isterdim ama gerçekten karanlık korkutuyor beni."

Dilay'a baktığım zaman başını yere eğmiş gibi dinlediğini gördüm. Ozan'dan hiç ses çıkmıyordu. Ona baktığım zaman dümdüz bir ifadeyle bizi izlediğini fark ettim.

"Ozan sen korkuyor musun?" diye sordum. Erdi beni rahat bırakıp ona baktı ve "Lan Ozan," dedi. "İnme mi indi sana? Eğer korkuyorsan gözünü kırp da bilelim kardeşim. Pancara döndün."

Leyla merakla ona döndü. Ozan bomboş gözlerini bizden alıp Leyla'ya baktı. Ardından ona gülümsedi ve "Hayır," dedi pürüzlü sesiyle. Bir kaç kez yutkundu. "Ben öyle şeylerden korkmam."

Leyla aniden bana döndü. "Karanlıktan korkmana çok üzüldüm." dedi. Dilay titrek bir nefes aldı. "Korkmasaydın korku trenine binebilirdik. Ama sorun yok. Başka bir zamana o halde. Umarım bu korkunu aşarsın."

"Umarım." dedim ve gözümün kenarıyla Dilay'a baktım. Dilay bana yaklaştı ve "Gerçekten sorun yok," dedi benim duyabileceğim bir fısıltıyla. "Girebiliriz." Başımı iki yana salladım ve "Olmaz." dedim. "Onun yerine hız trenine binelim."

Bana başını salladı. Hep birlikte hız trenine doğru ilerledik ve ben Dilay'ın yanına oturdum. Ozan'la Leyla da aynı koltuğa oturdu ve Erdi en arkadaki yerini alıp kemerini bağladı.

"Korkarsan bana sarılabilirsin." dedim ukala bir tınıyla. "Kollarım ve ben senin için buradayız." Dilay buna güldü. "Hiç sanmam." dedi. "Bakma karanlıktan korktuğuma, karanlıktan başka hiçbir şeyden korkmam ben."

Bir kaç kişi daha oturduğu zaman başımı arkaya çevirdim. Erdi'yle göz göze geldiğimiz zaman bana kaşlarıyla yanında oturan kızı gösterdi. Başımı iki yana salladım ve geri önüme döndüm.

"Pardon," dedi Erdi. Ona bakmasam bile sesini duyuyordum. "Korkarsanız bana haber verebilirsiniz. Bu kaslı kollarım sizin için varlar."

"Ne münasebet beyefendi?" dedi kadın. "Ne saçmalıyorsunuz?" Erdi biraz sustu. Ardından, "Sende korkacak bir tip yok." dedi. "Lütfen yanıma hız treninden korkan bir hanımefendi getirir misiniz? Kısmetimi arıyorum da!"

Ozan arkaya dönüp, "Sussana kardeşim." dedi. "Git evlenme programına katıl." Erdi gülüp, "Aynen," dedi. "Hatta talibim de sen ol istersen." Bir kaç saniye sonra içinde olduğumuz hız treni çalıştı ve hızlanmaya başladı.

İlk çığlık Erdi'den geldi.

Sonra da benden.

"Anasını avradını!" dedi Erdi. "Korkuyorum lan. Vallahi korkuyorum oğlum. Kim soktu bizi bu hız trenine!"

"Oğlum sus," diye bağırdı Ozan. "Sen değil miydin kaslı kollarını korkan kızlara açan? Bakıyorum da altına bıraktın." Erdi bir kez daha bağırdı ardından, "Birisi şunu durdursun yoksa şu kıza sarılıp salya sümük ağlayacağım." dedi.

"Ne diyorsunuz beyefendi?" dedi kadın. "Sapık mısınız siz? Hele bir sarılmaya çalışın. İşte o zaman sizi şu trenden aşağıya fırlatırım."

"Tamam abla bir şey demedik." dedi Erdi. "Sen de ne gudubet bir şey çıktın." Ardından tren yavaşlamaya başladı. Bağırmamak için ağzımı kapattığım elimi geri indirdim. Ardından hız treni bir kez daha hızlandı ve bu sefer çığlığı basan ben oldum.

Dilay bana döndü ve "Korkuyor musun?" diye sordu. "Kuyruğuna basılmış kedi gibisin." Ardından bana yakın olan kolunu bana doğru uzattı ve eliyle elimi tuttu. "Sakinleş," dedi. "Şimdi durur." Sustum ve sadece Dilay'ın elini sıkıca kavradım.

Tren durduktan sonra ilk ayaklanan Erdi oldu. Kemerini sökermişcesine açtı ve bir süre ellerini dizlerine koyup sokunlanmaya çalıştı.

Dilay çantasından bir pet şişe çıkardı ve bir kaç damlasını eline döktü. Ardından bana yaklaştı ve kıpkırmızı olduğundan emin olduğum yüzüme eliyle silmeye başladı. Daha sonra pet şişeyi bana uzattı ve "İç," dedi. "İyi gelir." Ben suyu içerken o, saçlarımı geriye attı ve eliyle bana hava göndermeye çalıştı.

"Benimle de ilgilenin," dedi Erdi. "Ben ölüyorum ama tüm ilgiler Parla'da. Ne âla memleket." İçtiğim pet şişeyi ona doğru fırlattım. Havada yakalayıp kapağını açarken Leyla, "Çok eğlendim!" dedi. Ozan ona dönüp, "Minicik boyun var ama hiç korkmuyorsun." diye mırıldandı. "Nasıl bir şeysin sen öyle?"

Onlar kendi aralarında konuşurken sessizce Dilay'ın elini kavradım. O bana anlamaz gözlerle baktı. İşaret parmağımı dudaklarıma yasladım ve geri geri adımlamaya başladım.

En sonunda onların yanından ayrıldık. Dilay'ın elini bıraktım. Ardından dönmedolabın tam önünde durduk. "Biner miyiz?" diye sordum ona karşı. Dilay bu karanlığın ortasına ışık saçan dönmedolaba baktı ve "Işıklar," dedi. "En sevdiğim." Bana döndü. "Bineriz." dedi.

İkimiz aynı kabinin içine oturduk. Bir kaç kişi daha bindikten sonra kapıları kapattılar. Dilay küçük bir kız çocuğu gibi elini cama yasladı ve lunaparkın ışıklarını izlemeye başladı.

Telefonumu çıkarıp onu kareledim.

"İnsanın burada yaşayası geliyor." dedi. "Çok fazla ışık var." Her ne kadar susmak istesem de buna engel olamadım. "O gün," dedim ve yutkundum. "Işığı açmadığım zaman ne hissettin?"

Cama yasladığı elini indirdi. Bana döndü ve bir süre bu karanlığa rağmen göremediği gözlerimi izledi. "Hayal kırıklığı." dedi ve bu beni mahvetti. "Çünkü senin bunu yapacağıma ihtimal bile vermemiştim. O gün ışığı bile açmadım ve uzun zaman sonra ilk kez karanlıkta kaldım."

Biraz durdu ve "Sana hiç kırılmadım." dedi. "Garip bir şekilde sana hiç darılmadım. Demek ki bunu yaşamalıymışım diye düşündüm. Ve o gün kaçtığım tüm duygularımla yüzleştim. Buna sebep olduğun için de sana minnettarım."

"Ne duygusu?" diye sordum ona doğru. "Kaçtığım tüm ne varsa." dedi. "Kaçtığım her ne varsa hepsiyle o karanlıkta yüzleştim. Artık toplumun fikrini o kadar da çok önemsemiyorum. Sen haklıydın, kaderin üstünü çizemem ve ona karşı gelemem."

"Ve sen benim kaderimde varsın. Biz birbirimizin kaderinde çiziliyiz. Bunu silemeyiz."

Çantasından silah kaplamalı bir defter çıkardı. Bu onun günlüğüydü. Sayfaları karıştırmaya başladı ve ardından bir sayfada durup günlüğü bana uzattı. "Bak," dedi. "Altı ocak iki bin on dokuz. Seni gördüğüm ilk tarih. Aslında en başından beri ben senin tarafından fark edilmeyi bekledim."

"Korka korka yaptım bunu. Seni günlüğüme yazdım, resimlerini karaladım, peşinden ilerledim. Ama sen beni göremedin. En başından beri bana yazan anonimin sen olduğunu biliyordum çünkü her gün seni izleyen kişiden kendini gizleyemezsin, tıpkı benden hiçbir şeyi gizleyemediğin gibi."

"Artık renklerin varlığına inanıyorum. Ve o renkleri seninle beraber canlandırmak istiyorum. Buna izin verir misin?"

Mehlikâ (gxg)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin