4.2

1.6K 139 104
                                    

Anahtarı kilide sokup iki tur çevirdim ve kapıyı ittirip kenara geçtim. "İşte bu da bizim fakirhane." dedim Dilay'a doğru. Dilay bana alayla gülümsedi ve önümden geçer geçmez, "Fakirhane dediğin üç oda iki salon." diye mırıldandı.

Heyecanla içeri geçip sırt çantamı yere bıraktım ve anahtarımı da içine atıp ayakkabılarımı çıkardım. Dilay'ın da sırt çantasını aldım ve elimle ileriyi gösterip, "Şuraya geçebilirsin." dedim.

Dilay koltukların birine oturup, "Buraya neden geldik?" diye sordu. "Bence sahilde gezme fikri daha iyiydi." Başımı iki yana salladım. Dolapların birine ilerledim ve küçük bir kumaş parçası çıkarıp perdeleri de sonuna kadar çektim.

"Bunu gözlerine bağlayacağım." dedim kumaş parçasını göstererek. "Korkularının hepsini birer birer sileceğiz." Ardından onun arkasına geçtim ve kumaş parçasını gözlerine sarıp arkadan bağladım. Dilay ellerini gözlerinin üzerine koydu ve "Buna gerek yoktu," dedi. "Gerçekten. Ben böyle iyiydim."

"Bu çok ince bi' kumaş." dedim söylediklerini duymamazlıktan gelerek. "Şuan her yeri görüyorsundur ama karanlık olarak." Elini kavrayıp onu ayağa kaldırdım. "Şimdi dans et benimle." dedim ona doğru. Elini kaldırıp omuzlarıma yasladım. "Müziğe ihtiyacımız yok."

"Kumaşı çıkarmak istiyorum." dedi. "Sanki geceymiş gibi hissediyorum. Seni görüyorum ama hiçbir ışık yok. Bunu istemiyorum." Elimi beline sardım. "Bunun bir önemi yok." dedim. "Beni karanlıkta da hissedebilirsin."

Ardından bir ileri bir geri adım atmaya başladık. O omuzlarımı daha sıkı kavradı ve ben onun elini elime kenetleyip dans ettirmeye çalıştım. Bana hemen ayak uydurdu ama korktuğunu hareketlerinden anlayabiliyordum.

Onu kendimden uzaklaştırıp sağ elini yukarıya kaldırdım ve "Şimdi de dön." dedim. "Karanlık iyi hissettiriyor mu?" Başını iki yana salladı. "Karanlık değil ama sen iyi hissettiriyorsun." dedi ve bana yaklaşıp başını omzuma yasladı.

Titriyordu.

İki elimi de ona sıkıca sardım ama hala hareket etmeyi bırakmadım. Onunla beraber iki yana sallamaya devam ettik. "Geçecek," dedim. "Ne yaran varsa hepsi geçecek. Artık ışıklara ihtiyacın olmayacak. Odandaki ışıkları da sökeceğiz. Sana küçük bir küre alacağım, küçük bir ışık saçan. Işığa ihtiyacın olduğunda değil, beni yanında hisset diye."

Hiçbir şey söylemedi. Sadece iki eli omuzlarımda, başı boynumda öylece durdu ve onunla beraber dans etmeme izin verdi. Hem de müziksiz.

Hiç beklemediği bir anda elimi yukarıya kaldırıp onun gözlerini saran kumaş parçasının düğümünü açtım. Başını omuzlarımdan kaldırdı. "Bu," dedi. "Gerçekten iyi hissettiriyor. Karanlık ama korkmuyorsun. Karanlık ama kendini hissediyorsun."

Gülümsedim. "Bunu arada yaparız." dedim. Ardından, "Şimdi de ışıkları kapatıp küçük bir film açalım. Bunu da aştıktan sonra sinemalara gidebiliriz diye düşünüyorum?" diye sordum. "Olur." dedi bana ayak uydurarak. "Mısır var mı?"

"Var," dedim. "İstersen patlatalım." Başını salladı ve önden yürümeye başladı. Arkasından ilerledim. Küçük bir pencere çıkardım ve Dilay'a doğru, "Yağı dök." dedim. Yağı tavaya dökmeye başladı. Bir kaç avuç mısırı da yağın içine attım ve tuzunu ekleyip onu yanan ocağın üzerine bıraktım.

"Kek falan da mı yapsak?" diye sordum. "Şuan dehşet heyecanlıyım. Büyük gaza geldim." Dilay bana güldü. "Sanki beni ilk kez görüyorsun." diye mırıldandı.

"Sana heyecanlanmam için seni ilk kez görmeme gerek yok. Ben seni gördüğüm tüm anlarda heyecanlıyım."

Büyük bir kap çıkarıp içine yumurtaları kırmaya başladık.

"Sana ne olmuş böyle? Odunluğunu almış birileri. Ozan mı öğretiyor sana bunları?" Ardından durdu. "Parla içine kabuk kırdın." dedi alelacele. "Hiç mi yemek yapmadın?"

Çatalla kabuğu çıkarmaya çalıştım. "Vitamini kabuğunda." dedim. Ardından, "Ayrıca o hanzo Leyla'ya yaklaşamıyor bile. Ben olduğum yerde Ozan benim getir götürümü bile yapamaz." diye de ekledim.

Unun büyük paketini açtım. Avucuma unları potladım ve bir anda onu Dilay'ın suratına fırlattım. Öyle çok şaşırdı ki ilk başta tepki veremeden sadece un paketini izlemekle yetindi. Ardından paketi kaptığı gibi bana ilerledi.

Ondan kaçıp, "Bana olmaz!" dedim. Yine de beni dinlemedi ve un paketini kaptığı gibi başımdan aşağıya boca etti. Öylece durdum. Öylece durdum ve bir kaç saniye sonra Dilay'ın üzerine doğru yürüdüm. Arka arkaya adımlamaya başladı. "Sakın o unlu yüzünü bana yaklaştırayım deme." dedi.

Bir anda üzerine atılıp ellerimi onun arkasında birleştirdim ve yüzümü onun yanağına sürttüm. Dilay çığlık attığı kahkalarıyla beraber gülerken durmadım. "Böyle ederler işte." dedim gülerek. "Şimdi de seni fırına atıp yiyeceğim. Oldu mu?"

Ondan ayrıldım. Etrafına bakıp, "Tabiri caizse etrafı bok ettik." dedi. "Un da kalmadı. Ne yapacağız?" Ona döndüm. "Etrafı temizleriz." dedim. "Kek tarafına gelecek olursak o kabı senin başında boca edeceğim ve öylece de fırına atacağım."

"Pislikleşme." dedi bana doğru. Ben daha fazla dayanamayıp yeni bir un paketi çıkardım ve unu kalıbın içine dökmeye başladım.

Kafamda bir sıcaklık hissettim.

Bir kaç patlama sesi duyduk.

Etrafta patlamış mısırlar gördüm.

Gözlerim kocaman açıldı. "Kapağı unuttuk!" dedi Dilay hızla. Tüm patlamış mısırlar ocağa, tezgaha, üzerlerimize fırladığı zaman masanın üzerinde kapağı hızla kapıp onu Dilay'a uzattım.

"Al kapat!" dedim.

"Kapatamam. Görmüyor müsün her yere fırlıyor!"

"Ben de kapatamam."

"Taş kağıt makas oynayalım?"

"Saçmalama Dilay! Her yer yanıyor!"

"Parla evi yakacağız! Bir dakika, senin kafanda neden patlamış mısır var?"

"Ne bileyim? Şunu kapatmazsak annem beni yakacak!"

"Sen aslansın kaplansın yaparsın. Hadi kapat şunu yandı her tarafım!"

"Bismillah," dedim ve kollarımı sıvayıp öne doğru atıldım. "Senin için kendimi feda ediyorum." Ardından kapağı kaptığım gibi tencerenin üzerine fırlattım.

Dilay kendisini taburenin üzerine attı. Elini kalbine koyup, "Bir film izleyeceğiz diye az daha evi yakacaktık." dedi. Ardından birileri kapıyı açtı ve bir kaç adım sesi duydum.

"A a," dedi kız kardeşim. Annemler mi gelmişti? "Anne bu Parla'nın ayakkabısıysa diğeri kimin?"

"Bu çanta kimin?"

"Yeni mi almış bunu? Bana hiç göstermedi. Yoksa çorlardım ondan."

"Saçma saçma konuşma. Kimin bunlar? Bu yanık kokusu ne böyle?"

"Beyinsizlikten kafası yanmıştır. O kokuyordur."

"Eylül!"

"Tamam anne ne kızıyorsun? Bir şey demedik."

"Ablan hakkında doğru konuş sende."

Ardından annemle Eylül kapının önüne geldi ve bir bana, bir Dilay'a, bir yerdeki yanık patlamış mısırlara ve etrafa dağılan unlara baktı.

O an sadece şirince gülümsemekle yetindim.

WĞSMWĞDWÖDĞWMEĞDSĞEMDĞ

Mehlikâ (gxg)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin