Oy vermeyi unutmayın!🤍
Ellerimi ceplerimden çıkarıp kafama taktığım bereyi çıkardım. Beremi sıkıca kavrarken binanın önünden geçip sağa saptım ve bankların tam önüne yürüdüm.
Dilay bankların birinde beni bekliyordu. Onu buraya ben çağırmıştım. Konuşmadan, sorunun kaynağını bilmeden esip gürlemek fazla saçmaydı ve biz iki koca aptaldık.
Biz diye bir şey yoktu.
Yine de bozuntuya vermedim. İçimde düşünürken ayağımın altında ezilen yaprakları ezerek onun oturduğu banka doğru adımladım.
Kafamın içi düşüncelerle doluydu ve ben artık onların içinde boğuluyordum.
Bana attığı mesajı anlamamıştım. Kabul etmemiştim. Hiçbir şey yazmamış, onu buraya çağırmıştım ve o da bu teklifimi kabul etmişti.
"Kafamı sikeyim," diye mırıldandım kendi tutamayarak. "Beynim acıyor artık." Bir kaç adım daha attıktan sonra başımı kaldırdım.
Dilay'ı gördüm. Bana bakmıyordu. Benim onun karşısında durduğumu anlamıştı ama bana bakmak istemiyordu.
Bir küfür daha yuvarladım ağzımın içinde.
İkimiz de sessizken bir ona bir de kucağında duran çizim defterine baktım. O bankın kenarında oturmuş çizim yapıyordu, ben ise yanına oturmuş onun çizimini izliyordum.
Kelebek çiziyordu.
Benim aldığım o kelebek kolyesi hâlâ boynundaydı ve yemin etmiş gibi onu boynundan hiç çıkarmıyordu.
Dilay göz ucuyla bana baktı. Dayanamayıp, "Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye sordum ona doğru. Hiçbir şey yapmadı. Umursamaz bir tavırla, "Çizim," dedi. Sesli bir nefes verdim. "Onu kastetmedim," dedim. "Ozan'dan ayrılmanı diyorum. Bana attığın mesajları diyorum."
Dilay kalemini durdurmadan, "Onu sevmiyorum, hiç sevmedim," dedi. "Kendimi de onu da daha fazla kandıramam. Bunu hak etmiyoruz." Silgisiyle çizdiği resmin bir kısmını sildi. Ellerimi geri cebine soktum. Bir cesaretle, "Peki bana attığın mesajlar?" diye sordum.
"Onu boş ver," dedi bana doğru. Nefesim kesildi. Neydi bu? "O ne demek?" dedim. "Bana bir mesaj attın. Âşık olduğunu söyledin. Ben de sana inandım. Şimdiyse bana boş ver diyorsun. Sen ne yapmaya çalışıyorsun?"
Dilay kelamini durdurdu. İlk kez gözlerimin içine baktı. "Hiçbir şey yapmıyorum," dedi Dilay. "Boş ver, Parla. Bizden olmaz, anlamıyor musun bunu?"
Ayağa kalktım. "Bizden neden olmaz?" diye sordum. O da karşıma geçti. Karşılaşmamızı böyle hayal etmemiştim. "Çünkü toplum bizi istemiyor," dedi. Durakladım. "Bizler saklanmaya, hor görülmeye mâhkumuz. Bizler sadece yargılanmak için varız. Bizler sevemeyiz, mutlu olamayız, kimseden saygı bekleyemeyiz." Durdu ve bana acıyla baktı. "Bizler hastayız."
"Sakın," dedim ona doğru. "Bir daha kendine hasta deme. Senin ve benim kaderim bu, anlıyor musun beni? Bizler böyle doğduk. Bizler birer kir değiliz. Bizler kötülük dolu değiliz. Bizler hor görülemeyiz. Bizler de herkes gibi insanız." Durdum ve ona acıyla baktım. "Bizler kesinlikle hasta değiliz."
"Sen hayatıma girmeden önce her şey iyiydi," dedi ve bu nokta onun bana karşı içini boşaltma anı oldu. "Hayatım iyiydi. Huzurlu değildim eyvallah ama şimdiki gibi de değildim. Belki Ozan'ı sevmiyordum, belki ona karşı içimde hiçbir duygu kırıntısı yoktu ama yine de kafam bu denli karışık değildi. Çizim yapar, gezer, şarkı dinler, yazılar yazar, hayatıma bir şekilde devam ederdim."
Kısık gözlerimle ona baktım. Onu anlamıyorum.
"Ama sonra sen geldin," dedi. "Sana tutulmak benim en büyük hatam. Sen benim en büyük hatamsın. Eskiye dönsem bu hatayı asla tekrarlamam. Sen geldikten sonra her şey altüst oldu. Ben dağıldım. Geceleri uyuyamaz oldum, düşünemez oldum, hiçbir şey yapamaz oldum. Sen benim tüm dengemi dağıttın."
"Git," dedi en sonunda. Öl dese bundan iyiydi. "Git, Parla, hayatını yaşa. Doya doya yaşa. Dolu dolu yaşa. Bensiz yaşa, benim yerime de yaşa. Şayet ben yaşayamıyorum, nefes alamıyorum, boğuluyorum. Ben korkağın tekiyim, görmüyor musun? Git, Parla, senin olana git, beni bırak. Ben seni istemiyorum."
"Dilay," dedim zorlukla. Kalbimi hissedemiyordum. Çürüyordum. Uzanıp ellerini yakalamak istedim ama benden kaçtı. "Biz birbirimizin kaderinde varız. Bizim kaderimiz anne rahmine düştüğümüz andan beri belli. Değiştiremeyiz." Titrek bir nefes aldım. "Yapma. Kadere karşı gelemezsin."
Boynundan kolyesini çıkarıp avcumun içine bıraktı. "Hoşçakal," dedi. Ardından elimi sıkıca kavradı, ağlamamak için kendisini sıkıyordu ve titreyen çenesi, kısılan, dolu dolu olan gözleri bunun en büyük kanıtıydı. "Mümkünse görüşmeyelim. Vedalar bir kez olur ve ben sana veda ediyorum."
Geriye doğru bir adım attı.
Gidiyordu.
Elini bana doğru kaldırıp iki yana salladı ve belki de gözlerime bakıp son kez gülümsedi.
Ve gitti.
"Gitme, Dilay," dedim onun arkasından. "Hayatı birlikte yaşayalım." Beni duymadı.
Yağmur yağmaya başladı. Hayır. Ben ağlıyordum. Benim gözyaşlarımdı bunlar. Bulutlardan akmıyordu o sular, gözlerimden akıyordu.
Çocukken düşüp kollarımı yaralarken bile ağlamazdım ben. Canım öylesine çok yanardı ki çenem dâhi titremezdi. Hiçbir şey ağlatamazdı beni. Ve ben belki de ilk kez ağlıyordum.
Bulutlar da bana ağlamaya başladı ve ben o gün bulutlarla beraber ağlamaya devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mehlikâ (gxg)
Random+90..: O aptal sevgilini sevmediğini biliyorum. +90..: Sadece yargılanmaktan korkuyorsun. +90..: Bense seni görüyorum. +90..: Seni görüyor ve hissediyorum. Dilay: Ne saçmalıyorsun? +90..: O kadar korkaksın ki gözlerini açıp etrafına bakmıyorsun. +9...