"Buyurun?" dedim gözlerinden ateş çıkan kadına karşı. Dilay hiçbir şey söylemeden kadına bakıyor, gözlerini bana bile dokundurmuyordu; sanki masanın üzerindeki bir bardağı elinden yanlışlıkla düşürmüş bir kız çocuğu gibi kenarda durmuş, biraz da sulu gözlerle giriş katını izliyordu.
Kadın bana doğru yürümeye başladı. Ardından yanıma yaklaşıp, "Ben Dilay'ın annesiyim." dedi. "Bana senden hiç bahsetmedi. Kimsin?"
Al başına belayı.
Gözlerimi Dilay'a çevirdim. O da bana baktı ve usulca başını iki yana salladı. Susmam gerektiğini anladım. Dilay'ın annesi bir bana bir de Dilay'a baktı ve birden elleriyle Dilay'ı iteklemeye başladı.
"Yine mi?" dedi. "Yine mi Dilay? Biz bunlar aşmamış mıydık? Yine mi?" Dilay hiçbir şey söylemeden annesini izliyordu. "Yine mi hastalandın sen? Bu kaçıncı? Sayamadım ben."
Hasta mı?
"Sana böyle bir şey olursa seni öldürürüm demiştim!" dedi sinirle. "Beni rezil rüsva etme demiştim sana. Ozan vardı. Ozan vardı sana. Seviyordu o çocuk seni. Ondan olurdu! Hastalığını onunla yenmiştin sen. Ona nasıl ihanet edersin?"
Dilay sessizce, "Onu hiç sevmedim anne." dedi. "Sende biliyordun." Dilay'ın annesi Dilay'a nefretle bakmaya başladı. "Tiksiniyorum senden." dedi. "Senden tiksiniyorum. Nasıl böyle oldun sen? Hastasın dedim, doktora götürdüm, hiçbir işe yaramadı. Ozan geldi, seni sevdi, sen nankörlük yaptın. Seni odana kilitledim, aklın başına gelsin dedim, olduğun yerde yuvarlanıp durdun. Ne yapacağım ben seninle?"
Birden araya girdim. "Buna hastalık diyemezsiniz." dedim. Dilay bana döndü. "Bunun ismi hastalık değil. Dilay'ı cezalandırarakta hiçbir şeye varamazsınız. Onu yargılamak yerine kendinizi yargılayın ve ne kadar tiksindirici olduğunuzu düşünün çünkü aklı başında hiçbir anne kızıyla böyle konuşmaz."
"Sen karışma," dedi bana elini sallayarak. "Senin ailenle de görüşeceğim. Sana da bir tedbir görsün." Ardından Dilay'ın kolunu kaptığı gibi onu sürüklemeye başladı. "Seninle burada değil evde görüşeceğiz." dedi. "Kızım seni ayakta kandırıyormuş ama ben, onun gerçekten iyileştiriğini düşünerek kendimi kandırıyormuşum."
"Anne," dedi Dilay. "Odaya kapatmayacaksın değil mi? Işığı kapatmayacaksın değil mi? Yapacaksan gelmem." Kolunu ondan kurtardı. "Işığı açacaksan gelirim. Beni karanlıkta bırakacaksan gelmem."
"Paşa paşa gelirsin." dedi Dilay'ın annesi. "Karanlıkta da kalırsın, elimin altında da. Ben annenim, ben bilirim."
Sinirin tüm vücudumu sardığın hissettim ama yine de kendimi biraz olsun durdurdum. "Kolunu kızartacaksın." dedim sakinlikle. "Bırak." Dilay'ın annesi sinirle bana döndü. "İşine git." dedi. "Ben onun annesiyim."
"Bir gram anneliğin yok." dedim ve o an benim çıldırdığım an oldu. "Bir kere saçını sevmişliğin, öpüp koklamışlığın, sarılmışlığın yok. Ama anca Dilay'ı yargılamaktan, saçma sapan cezalar vermekten, korkutmaktan başka yapabileceğin hiçbir şey yok. Bunlar seni anne yapmaz. Anlıyor musun?"
Dilay'ın annesi Dilay'ı bıraktı ve hayretle bana döndü. "Benim anneliğimi mi sorguluyorsun?" dedi. "Sen benim anneliğimi mi sorguluyorsun? Kim veriyor sana bu hakkı." Tam karşıma dikildi. "Siz iki hasta benim anneliğime de kendime de laf edemezsiniz. Ben onun iyiliği için savaşıyorum."
"Senin söz edilecek bir anneliğin bile yok." dedim. "Annelik doğurup büyütmekle olmuyor. Anlıyor musun? Annelik böyle olmuyor. Sen onun iyiliğini istiyor olabilirsin ama onu daha da dibe çekiyorsun. Bir kere ya, bir kere arkasında durup onu bu haliyle kabullensen ölür müsün? Bir kere sarılıp öpsen, saçını sevsen ölür müsün?"
"Yetti," dedi Dilay'ın annesi. "Yarın annenin karşısında verirsin bunun hesabını. Orada bu lafları yutturacağım sana." Ardından Dilay'ın kolundan tuttu ve onu eve doğru sürüklemeye başladı.
Sessiz duramadım.
Dilay'ın bir diğer kolundan ben yapıştım ve "Bu sefer olmaz." dedim. Seni bir kere karanlıkta bıraktım. Sadece bir kere. Bu kez olmaz. Bu gece olmaz.
"Sen kimsin?" dedi bana karşı. "Kimsin?" Dilay'ı kendisine çekmeye çalıştı. Canının yandığını anladım. "Annesiyim onun. Ben bilirim. Sen kimsin?"
"Geç," dedim Dilay'a karşı. "Yanıma geç." Onu yanıma aldım ve daha fazla konuşmadan elimi sırtına yaslayarak onu yürütmeye başladım.
"Eğer gidersen," dedi Dilay'ın annesi. "Döneceğin bir evin kalmaz."
Dilay'ın durmasını, eve dönmesini, benden kaçmasını bekledim ama o ağlamaktan ve yolunu izlemekten başka hiçbir şey yapmadı.
Bir kaç adım attık. Elimi onun sırtından çektim. "Bir kaç gün bizde kalırsın." dedim. "Sonra ben annenle konuşurum. Evine dönersin."
Aramızda oluşan o sessizliği Dilay bozdu ve adımlarını aniden durdurarak, "Ben yapamam." dedi. Olayı yeni anlıyor gibiydi.
Adımlarım buz kesildi.
"Ben bunu yapamam." dedi bir kez daha. Ona baktım. "Neyi yapamazsın?" diye sordum. "Neyi yapamazsın Dilay?"
"Seninle gelemem." dedi pat diye. "Bunu yapamam." Ardından elleriyle başını örttü. "Karşıma çıkmamalıydın. Seninle tanışmamalıydım. Bunları yaşamamalıydık. Bunlar yaşanmamalıydı." Başını iki yana salladı. "Biz olmamalıydık."
"Saçmalama istersen." dedim sinirle. "O kadının sana bir gram annelik yaptı yok. Her şeyi göze alıp elinden tutup seni buralara kadar getirdiysem demek ki kendimi değil seni düşünüyorumdur."
Dilay kızarık gözlerle bana baktı. "İstemiyorum." dedi ve o an içimde bir şeyler koptu. "İstemiyorum. Bunu istemiyorum. Seni istemiyorum. Bu halimizi istemiyorum." Daha fazla ağlamaya başladı. "Bu yolu istemiyorum."
"Bana umut verip daha sonrasında kaçamazsın." dedim. "İnsanlar senin dart tahtan değil. Sadece kendini önemsemeyi bırak ve etrafına bak Dilay. Bana bak. Beni gör. Beni anla. Bir bencil gibi davranmayı bırak."
Geriye doğru bir kaç adım attı. "Bizden olmazdı." dedi. Gözlerindeki ayrılık kalbimi delip geçti. "Burada değil ama başka bir hayat varsa orada oluruz belki, olmasak bile seni tanımak bana göre hayat demekti."
"Yapma işte," dedim ona doğru. Sesimi kontrol bile edemiyordum. "En ufak sorunda kaçma, saklanma, bana sırtını çevirme. O sorunu benimle beraber çözmeye çalış, biraz bana güven." Yutkundum. "Biraz beni sev ve biraz beni önemse. Bunu istiyorum çünkü ben sana bunları veriyorum."
O ağlarken benim gözümden tek damla yaş dâhi akmadı, ben ona hayal kırıklığıyla baktım.
"Bir daha asla." dedi Dilay. Ardından bana, "Bir daha asla birbirimizin karşısına çıkmayalım." dedi. "Olmaz işte. Bu iğrenç dünyada bize yer yok. Anla bunu. Peri masalında yaşamıyoruz biz. Bu dünyada bizim gibi insanlara yer yok."
"Sen isteseydin ben bu dünyada bize yer bulurdum." dedim. Geriye doğru adımlamaya başladım ve başka bir şey demesine izin vermeden seri adımlarla siteden ayrıldım.
Titreyen ellerimle cebimden telefonumu çıkardım ve bir kaldırım kenarına oturup, "Ozan," dedim telefonun diğer ucundan beni dinleyen Ozan'a. "Gelip beni alır mısın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mehlikâ (gxg)
Random+90..: O aptal sevgilini sevmediğini biliyorum. +90..: Sadece yargılanmaktan korkuyorsun. +90..: Bense seni görüyorum. +90..: Seni görüyor ve hissediyorum. Dilay: Ne saçmalıyorsun? +90..: O kadar korkaksın ki gözlerini açıp etrafına bakmıyorsun. +9...