Hyunjin bana öfkeyle baktı. Saldırgan ama kararsızdı. "Bana bunu
neden soruyorsun?""Bilmiyorum... çünkü ben sana daima nazik davrandım ve sense her seferinde bana kaba davrandın." Ardından ekledim "Üstelik ben bir noktada gerçekten arkadaş olabileceğimizi sanmıştım." Bu kendi kulağıma bile o kadar aptalca geldi ki cevabını beklerken parmaklarımla burun kemiğimi sıktım.
"Biz mi? Arkadaş mı?" Bir kahkaha patlatarak ellerini salladı. "Neden arkadaş olamayacağımız gayet açık.Bana göre değil. Başlangıç olarak fazlasıyla tutucusun muhtemelen mahalledeki diğer evlerin hepsine benzeyen mükemmel, küçük model bir evde filan büyüdün. Ailen muhtemelen sana istediğin her şeyi aldı ve hiç bir şeyin yokluğunu hissetmedin. Aptal kıyafetlerine bir bak, gerçekten hangi on sekizlik böyle giyinir?"
Ağzım açık kaldı. "Benimle ilgili hiçbir şey bilmiyorsun, seni züppe serseri! Hayatım hiç de öyle değil! Ben on yaşımdayken alkolik babam bizi terk etti ve annem beni üniversiteye gönderebilmek için canını dişine taktı. Faturalara yardım edebilmek için on altı yaşımda çalışmaya başladım ve giysilerimi de seviyorum, etrafındaki bütün diğer insanlar gibi kaltak giysileri giymediğim için üzgünüm! Dikkat çekmek ve farklı olmak için bu kadar uğraşan biri için, senden farklı olan insanlara karşı inanılmayacak kadar yargılayıcısın!"
Bunları çığlık çığlığa söylerken gözlerimin dolduğunu hissediyordum.
Beni böyle hatırlamaması için arkamı dönerken yumruklarını sıktığını fark ettim. Sanki bu konuda kızmaya hakkı varmış gibi."Bir daha düşündüm de, zaten seninle arkadaş olmak istemiyorum, Hyunjin" dedim ve kapının tokmağına uzandım. Bana cesaret vermiş olan votka aynı zamanda bu durum ve bağrışmalarımız yüzünden beni hüzünlendirmişti de.
"Nereye gidiyorsun?" diye sordu. Bu çocuğun sağı solu hiç belli olmuyordu. Hep melankolikti.
"Buraya bir daha asla dönmemek üzere odama gidebilmek için bir otobüs durağı bulacağım. Seninle arkadaş olmaya çalışmaktan bıktım."
"Tek başına otobüse binmek için saat çok geç." Olduğum yerde hızla dönerek ona baktım. "Bana bir şey olması gerçekten umurundaymış gibi davranma." Güldüm. Hyunjin'nin değişen tavırlarını takip edemiyordum.
"Umurumda olduğunu söylemedim... sadece seni uyarıyorum. Kötü bir fikir."
"Başka seçeneğim yok. Diğer herkes sarhoş, ben de öyle."
Ve nihayet gözyaşlamın yanaklarımdan süzüldü. Her şeyden sonra bir de şimdi Hyunjin'nin karşısında ağlıyor olmaktan duyduğum utancı anlatamazdım. Hem de bir kez daha.
"Partilerde hep ağlar mısın?" diye sordu ve başını hafifçe eğdi ama biraz gülümsüyordu.
"Partiye sen de katıldığında öyle oluyor sanırım. Ve şimdiye kadar da sadece bu partilere katıldığımdan..." Yine kapıya uzandım ve bu kez açtım.
"Lee Felix?" dedi neredeyse duymayacağım kadar kısık bir sesle.
Yüzünden bir şey anlayamıyordum. Oda yine dönmeye başladı ve kapının yanındaki şifonyere tutundum. "İyi misin?" diye sordu. Midem bulanmasına rağmen başımla onayladım. "Girip birkaç dakika otursana? Sonra bir otobüs durağı bulmaya gidersin.""Odana kimseyi sokmadığını sanıyordum" dedim ve yere oturdum.
Hıçkırdığım anda uyardı. "Odama kusarsan...!""Sanırını sadece suya ihtiyacım var" dedim ve ayağa kalktım, "işte" dedi. Kalkmamı engellemek için bir eliyle omzuma bastırırken ve bana kırmızı bardağını verirken. Gözlerimi devirerek bardağı ittim. "Su dedim, bira değil."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uncontrolled LOVE -Hyunlix
Fanfiction[Tamamlandı] Lee Felix on sekiz yaşında bir üniversite öğrencisidir, basit bir hayatı, mükemmel notları ve dünya tatlısı bir arkadaşı vardır. Genç çocuk bütün hayatını gelecek planları üzerine kurmuştur, ta ki dövmeli ve piercing'li, serseri Hyunjin...