D o k u z

56 7 3
                                    


Onunla terasta anlaştığımdan beri klozet kenarındaki duvara on beş çizgi daha eklenmişti.

On beş gün boyunca her gün yemekten sonra terasa çıkmıştım.

Ve o, terasın ucuna oturmuş, kâğıda bir şeyler karalarken boş boş durmuştum.

Birbirinden farksız on beş gün, onu gözümde fazla büyütüp büyütmediğimi sorgulamıştı bana.

Tamam, benim gibi deli değildi.

Benim gibi buradan da kurtulmak istiyordu.

Ama temiz kıyafetler giymesini sağlayan güç, bizi buradan çıkartabilecek kadar büyük değildi belki de. Evet, boşuna anlaşmıştım onunla. Yine başa dönmüştüm işte. Sadece tek fark artık yalnız değildim. Normal biri vardı yanımda. Benimle mecbur olmadıkça konuşmasa da yanımda olması yeterliydi. Düşünceler içerisinde ne yediğimi anlayamadığım yemek saatinin ardından soluğu yine terasta almıştım.

İşte yine oradaydı.

Bir delilikle atlamaya niyetlendiğim kenarda oturmuştu. Kafasını yana doğru eğmiş, önündeki kağıta bir şeyler karalıyordu. Beni fark etmeyecek kadar işine odaklanmıştı. On beş gün sabretmek için gayet yeterli bir süreydi. Merakımı bu sefer görmezden gelmemeyi seçerek ona doğru kararlı adımlarla yürüdüm.
Kara kalemle çizilmiş çizgileri görmemle eşzamanda terasta başka bir ses duyuldu.

"Merhaba."

İlk düşündüğüm yakalandığımız olmuştu. Ama, görevlilerin kullanmayacağı tarzda kibarca seslenilmişti. Şaşkınlıktan yerimden kıpırdayamamıştım bile. Kafamı arkama çevirdiğimde bana benzer görüntüde bir kız çıkmıştı karşıma. Saçları dağınık, üzerindeki kıyafetler ise sürekli kullanılmaktan kirli duruyordu. Şaşırtıcı derecede o da bana benziyordu. Aynı durumda olduğumuz açıktı. Gözleri parlıyordu. O parlayan gözlerin odağı ise hala bir şeyler karalamaya devam eden adamdaydı. Ah, sanırım burada neler döndüğünü anlamıştım.

"Yeni biri daha mı katıldı aramıza?" diye mırıldandım.

Kızın meraklı bakışları beni bulmuştu. Beni baştan aşağıya inceledikten sonra dişlerini göstererek gülümsedi. "Sen de mi buradan kurtulmak istiyorsun?" Sessiz kaldım. Bunu 'evet' olarak algıladı. Elini bana doğru uzattı, büyük bir sevinçle. "Ben Su. Su Yazıcıoğlu."

Daha önce tanışmadığım ve duymadığım biriydi.

Elini görmezden geldim. "Bukre. Sadece Bukre."

Kafasını aşağı yukarı sallarken gözleri yüzümde oyalandı. Kaşları hafifçe aşağı inerken, "Seni daha önce görmüş gibiyim sanki." dedi.

Kaygıdan kaynaklı bir kıkırtı döküldü dudaklarımdan. Tanınmak şu an en son istediğim şey bile değildi. "Sanmıyorum."

Gözlerim terasın ucuna kaydı. Bizim sesli muhabbetimiz bile dikkatini dağıtamamış gibi görünüyordu. Nefesimi seslice dışarıya bıraktım. Bu kadar sessiz olması sinir bozucuydu.

"Buradan kurtulacak olmak güzel."

Kendinden emin konuşması üzerine dikkatim Su'ya kaydı. "Fazla eminsin?"

Birinin duymasından çekinircesine kulağıma doğru eğilerek fısıldadı. "Onun halini görmüyor musun? Kesinlikle sıradan birine benzemiyor. Bizi buradan çıkarabileceğine inanıyorum."

Ben o kadar da inanmıyordum.

Onun profiline gitti gözlerim.

Su haklıydı. O kesinlikle sıradan birine benzemiyordu.  Ama ben onun aksine emin olamıyordum. O cidden bunu yapabilecek güce sahip miydi ki? Bunu bize ancak zaman gösterebilirdi.

TımarhaneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin