O n ü ç

60 8 0
                                    

Hayat belki de hep acımasızdı ama iyi bir ailede doğmuş olmak, bu yüzünü geç görmemi sağlamıştı.

Üç gündür odama kimse gelmemişti. Bense defalarca sinir krizi geçirmenin eşiğine gelmiştim. Sonra düşünmüştüm ki neden geçirmiyorum? Böylece odaya gizlenmiş kameralardan durumumu görürlerdi ve belki de cezayı kaldırırlardı.

Buranın bana kattığı tek şey her günümün bir cehennemden farksız geçmesi değildi.

İstemesem de duruma ayak uydurmayı da öğrenmiştim.

Yataktan her zamanki gibi kalkmış, tuvalete doğru ilerleyecekken aniden elimi saçlarıma doğru götürerek seslice ağlamaya başladım. Yere çökmüş, ağzımın içinde anlaşılmaz bir şeyler mırıldanmaya devam ettim. Kapının açılması rolümü başarıyla oynadığımı gösterirken sanki bilincim kapanmış gibi bedenimi yere attım. Odanın içindeki koşuşturma sesini duyabiliyordum.

"Yine kriz geçirmiş olmalı." Dedi, biri.

"Doktor bir daha böyle olursa revire getirmemiz gerektiğini söylemişti."

Revir mi?

Burada revirde mi vardı?

Doktoru dışarıdan getirdiklerini sanmıştım ama görünüşe göre öyle değildi.

"Ama kız cezalı!"

"Eğer ona bir şey olursa babası bu sefer alır ve o Özgür müdür ne haltsa, artık onunla uğraşmak zorunda kalırsın."

Konuşan kadının ağzından bal damlıyordu. Ama bendeki şansla dediği hayatta gerçekleşmezdi.

Malum öyle de olmuştu.

Bedenimi ağrıtan bir taşınma yöntemiyle yumuşak bir zemine bırakılmıştım. Konuşmalarından yola çıkarak yattığım yerin sedye, bulunduğum yerin ise revir olduğunu tahmin ettim. Durumum hakkında bilgi verirlerken doktorunda aramıza katıldığını anlamıştım. Beni muayene ederken sessizce baygın numarası yapmaya devam ediyordum.

"Biraz dinlensin."

"Tamam." Mırıltılarıyla uzaklaşan adımlarını duydum. Kapının kapandığından emin olmamla seslice mırıldandım.

"Buradan daha iyi bir yerde çalışmak istemez misin?" Gözlerimi açarak yerimde doğruldum. Doktor önlüğü giyen orta yaşlı adam kapının önünde durmuş, şaşkın gözlerle beni izliyordu. "İstersen bunu yapabilirim. Ama..." Baş parmağımla işaret parmağımı yakınlaştırarak gösterdim. "... senden ufacık bir isteğim olacak."

Meraklı ve şaşkın bakışlarına karşılık gülümsedim.

Uzun zamandır bu kadar dinç hissetmemiştim.

.......

Elimi kazağın içinden çıkarmıyordum. Bakışlarım dikkatle etrafta gezinirken yoluma birinin çıkmasına karşın her an tetikteydim. Ama koridor bomboştu. Tam istediğim gibi ilerliyordu her şey. Odanın numarasının yazılı olduğu tabelaya ifadesiz gözlerle baktım. Bu sefer, öncekinden farklı olacaktı. Kapıyı sessizce açtım. Kapıyı öncekinin aksine hafif aralık bırakmayı tercih ettim. Aptal bir anlaşma uğruna geçenki gibi kendi canımı riske atmayacaktım. Kazağımın içine sakladığım neşteri açığa çıkarırken temkinli bakışlarım etraftaydı. Üzerime atlamaya hazır, öfkeli kahve gözlerle keşişti gözlerim. Uyarırcasına neşteri ona doğrulttum.

"Sakın!" Diye bir de sesli uyardım. "Bu sefer ben konuşacağım ve sen dinleyeceksin."

Gürültülü kahkahası odada yankılanırken ürpermeme engel olamadım. Hiç durmayacak gibi kafasını geriye atmış, seslice gülüyordu. Ve üzerindeki havlu, daha yeni dikkatimi çekmişti. Banyodan çıktığını daha önce fark etmediğime inanamıyordum.

"Ya da üzerini değiştir, öyle konuşalım."

"Neden?" Dedi, alayla. "Rahatsız mı oldun?"

İnatçı tarafımın sesini dinleyerek omuz silktim. "Sen rahatsız olursun diye söylemiştim."

"Niye rahatsız olmam gereksin ki?"

Beni süzen aşağılayıcı bakışları altında kendinden emin duruşumu bozmamaya gayret gösterdim. Ve onu etkileyeceğini umarak, "Buradan kurtulmak istemez miydin?" Diye mırıldandım.

Aklını çeleceğini düşündüğüm sorum, onu şaşırtmamıştı bile. Ne söyleyeceğim alnımda mı yazıyordu acaba? Neden şaşırmamıştı şimdi bu? Rahat hareketlerle yatağa oturdu. Bakışları tekrar üzerime çevrildi.

"Neden böyle ferah bir ortamdan ayrılmak isteyeyim ki?"

Ferah derken buradanbahsediyordu?

İfadesizce bana bakarken bende aynı boş gözlerle bakıyordum ona.

Yok, ben hayatta onu ikna edemezdim.

İmkânı yoktu.

Bir şey demeden aralı kapıdan çıktım dışarıya. Adımlarım merdivenlere hızla yöneldi. Nefes nefese teras kapısını elimle ittim.

Tüm herkes bana odaklanmıştı.

Sayılarının çoğaldığını fark ettim.

Aralarına iki kişi daha katılmıştı.

"Bukre." Dedi Su.

Herkesi görmezden gelerek teras ucuna adımladım. Yine orada köşesine oturmuştu. Kâğıda çizdiği gökyüzünü görmemle kapağını kapatması bir oldu. Kafasını bana doğru çevirerek, "Tek mi geldin?" Diye sordu.

"O gelmez. İkna edilecek biri değil."

Kafasını aşağı yukarı salladı. "Umrumda değil."

"Ne?"

"Hala dediğimin arkasındayım. Ya ikiniz, ya hiçbiriniz." Donakalmış bir şekilde çehresine bakarken umursamazca, "Bugünlük bu kadar. Yarın görüşmek üzere." Dedi. Terastan ayrılana kadar arkasından baktım. Su tedirgince bana baksa da onu görmezden geldiğimden o da çıkmıştı.

Terasta tek kalmıştım.

Bakışlarım yukarıya kaydı.

Ve tüm gücümle bağırdım.

"HEPİNİZDEN NEFRET EDİYORUM." İçimdeki tüm hıncı, nefreti, öfkeyi kusmak istercesine bağırmaya devam ettim. "NEFRET EDİYORUM SİZDEN, DUYUN SİZİ LANET OLASICALAR!"

TımarhaneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin