lutfen bana guncellere yeni bolum atmayip yeni fic mi yazdin demeyin ben sizin kaninizim
iyi okumalar!!
☆☆☆
eylül ayının getirdiği tatlı esinti çalıştığım kafenin aralık pencerelerinden süzülerek içeri giriyordu. bugün doğum günümdü ama hayat bana az önce arkadaşlarının kendisine sürpriz olarak hazırladığı doğum günü partisinde üflemesi için pastasını götürdüğüm kıza davrandığı kadar adil davranmıyordu hiçbir zaman.
ben doğum günümde bile çalışmak zorundaydım çünkü geçimimi sağlamamın tek yolu buydu. üstelik var olan tek arkadaşım da doğum günümü unutmuştu, onun dışında da kimsem yoktu doğum günümü kutlayacak. birlikte yaşadığım anneannem bazen kim olduğumu bile unutuyordu, doğum günümü hatırlayacak değildi.
mutfak kısmından çıkıp kucağımdaki ağır tepsiyi sabit tutmaya çalışırken bir yandan da her şeye rağmen yüzüme gülümsememi yerleştirmeye çalışıyordum. hayatın bana acımasız davranmasının sebebi bu kafede oturan insanlar değildi neticesinde, benim asık suratımı çekmek zorunda değillerdi.
"bir fincan white chocolate mocha ve frambuazlı cheesecake"
siparişini götürdüğüm genç kadın telefonla konuştuğundan bana teşekkür etmedi. ya da ben öyle olduğunu düşünecek kadar iyi niyetliydim. eğilerek yanından ayrıldığım sırada onu gördüm.
arkadaşlarının yanında, tüm ihtişamıyla oturuyordu. kafenin camekanından yansıyan güneş yüzünün bir tarafını aydınlatırken diğer tarafına gölge düşürmüştü. sarı saçlarını yine arkaya doğru taramıştı ve her zamanki arkadaş grubu ile birlikteydi.
bir refleks olarak, istemsiz olarak mı yapıyordu bilmiyorum ama, dolgun dudaklarını yaladığında titreyen bacaklarımı dizginlemeye çalışarak beni çağıran arkadaşı yüzünden oturduğu masaya doğru ilerledim. her adımımda kalbimin pompaladığı kan kulaklarıma daha çok baskı yapıyordu.
"merhaba" kuru bir şekilde yutkundum. changbin hyung beni bölümden tanıyordu, hemen yanında oturan chan hyung da öyle. hocalarımız sayesinde hatrı sayılır bir münasebetimiz vardı ancak arkadaş sayılmazdık. benden büyük oldukları için çekiniyordum sanırım. "siparişinizi alabilir miyim?"
"boş ver şimdi siparişi jisung" changbin hyung gülerek omzumu pat patladığında yanaklarımın kızarmaya başladığını hissettim. hyunjin'in bakışları şimdi yüzümde geziyordu ve göğsüme bastırdığım tepsiyi öyle bir sıkıyordum ki parmak boğumlarım beyazlamıştı.
nihayet ismimi öğrendi, dedim içimden. belki birkaç dakika sonra unutacak belki de hiç duymadı bile dedi sonra içimdeki jisunglardan biri. ona gözlerimi devirdim. bu hislerin sonu var mıydı ki?
"oturmaz mısın bizimle?" chan hyung'un sorusuna karşı dudaklarım titredi.
açıkçası okuldan tanıdığım insanlara karşı servis yapmak bir yerlerde gururumu incitiyordu. sonuç olarak bu insanların hiçbiri arkadaşım değildi, sadece tanıdıklardı. ve şu anda benden üst statüdelerdi çünkü çalıştığım yere gelip hizmet bekleyen müşterilerdi.
"isterdim ama mesai saatleri içinde oturmamız yasak" dedim nazik olmaya çalışarak. açıkçası istemezdim. yapacağım tek şey kendimi hyunjin'e karşı rezil etmek olurdu çünkü.
"patronunla konuşup arkadaşın olduğunu söylesek?" dedi chan hyung, kaşlarını kaldırarak. dudaklarımı birbirine bastırarak kafamı iki yana salladım.
"zorlamasanıza çocuğu, işini yapsın" hyunjin'in söylediği şey benim yerimi tam olarak bir kez daha belli ederken yüzümde solan gülümsememi tekrar açtırdım. hyunjin zaten hep böyleydi, arkadaşı olmayan kişilere karşı buzdan bir duvar gibi. yalnızca arkadaşlarının yanında buzları eriyordu. bana özel bir muamele olmadığını bilsem de kalbimin kırılmasına engel olamıyordum böyle zamanlarda. hyunjin'e neden aşık olduğumu da bilmiyordum. bir gün sadece gözüm hareketlerine takılmıştı ve o günden beri gözlerimi üzerinden çekemiyordum. çoktan ilgimi fark etmiş ama görmezden geliyor olması muhtemeldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
compass, minsung(✓)
Fanfictionsenin gözlerinde parlayan yıldızlar, benim en karanlık gecemde bana ışık tutarak yol gösteren pusulalarım.