sizi cok seviyom iyi okumalarrr!!
☆☆☆
kalbimde filizlenen aşk minho hyung'u her düşündüğümde aptal aptal sırıtacağım cinstendi.
evet, rüyamda gördüğüm adama aşık olacak kadar aptaldım belki ama bilmiyorum. yaptığı küçük şeyler bile çok mutlu ediyordu. beni yanına doğru çekerken elini nazikçe belime yerleştirişi, el ele tutuştuğumda parmaklarımızı kenetlemesi, söylediğim en ufak şeyi dahi en heyecanlı senaryoyu anlatıyormuşum gibi dinlemesi... elimden bir şey gelmiyordu ama seviyordum işte minho hyung'u. tek kusuru kusursuz olmasıydı.
"beni dinliyor musun sen?" gülümseyerek burnuma dokunduğunda boynuna sarılıp yere düşürdüm onu. kıkırtılarının arasında kolları belimi sardı, güvenli bir köşe arayan yavru kediler gibi sığındım boynuna. aradığım huzuru buldum da.
"beni dinlemiyordun ve bunu örtbas etmek için sırnaşıyorsun değil mi?" ensemdeki terli saçlarımı okşadı. dinlemiyordum doğru, ne söylediği hakkında en ufak bir fikrim yoktu hatta. ama neden yoktu?
"sadece seni ne kadar sevdiğimi düşünüyordum hyung" derin bir nefes alıp gözlerine çıkardım bakışlarımı. dolu gözlerine. boynunda asılı olan ellerimi tutup kucağına indirdi. sonra sıcak avuçlarımı öptü tek tek.
"bazen senin de beni seviyor oluşun rüya gibi geliyor"
"rüya falan değil" dedim gülerek, omuzlarından ittirdim ama daha çok yaklaştı bana. birer mıknatıstık sanki, ne kadar itilirsek o kadar çekiliyorduk birbirimize.
"iyi ki değil, kaldıramazdım rüya olmasını." yanağıma kokulu bir öpücük bıraktı, gözlerimi kapattım. tüm gün kollarının arasında olayım, beni öpsün ve sevsin istiyordum.
"ne kadar seviyormuşsun beni?" gülümseyerek sorduğu soruya karşı gülümsedim ben de.
"tahmin edemeyeceğin kadar çokmuş" ellerimi bacaklarının üstüne koyup yükseldim ve küçük bir öpücük verdim dudaklarına. daha fazlasını istediğini belli edecek şekilde dudaklarını öne doğru büzdü. neredeyse otuzlu yaşlarına merdiven dayamış bir adam nasıl bu kadar sevimli olabilirdi bilmiyorum ama oluyordu bir şekilde. benim de içim gidiyordu. tekrar sarıldım boynuna.
"ne anlatıyordun ki?"
"bak işte" kucağına çekti beni. bacağına oturdum ve dans odasının aynalarında yansıyan görüntümüze baktım. tahmin edemeyeceğim kadar güzeldik ve tahmin edemeyeceğim kadar güzel bakıyordu minho hyung bana. kollarının arasında eriyip gittiğimi hissettim.
"bugünlük bu kadar yeter demiştim. acıkmışsındır, bir yerlere gidelim mi?"
"aslında yoruldum, hiç enerjim yok bir yerlere gitmek için" alnıma yapışmış saçlarımı parmaklarıyla geri tarayıp yavaş yavaş üfledi yüzüme.
"bize gidelim o zaman, yemek yapayım sana hım?"
"olur" yanağımı okşadı. "ev topludur umarım. ben çıkarken felix seungminle dışarı çıkmaya hazırlanıyordu. ortalık savaş alanına dönmüş olabilir"
"olsun, kusura bakacak halim yok ya" kucağında benimle birlikte ayağa kalktığında neşeli bir çığlık atıp ayaklarımı aşağı doğru salladım. son kez yanağımı öpüp yere indirdi beni.
"sen böyle mi çıktın evden?" binadan çıkmak üzereyken şok içinde baktı minho hyung bana. aslında ben çıkarken hava çok güzeldi ama yine yağmur bastırmıştı. şemsiyem yanımda olsa da montum yoktu.
"ben evden çıktığımda gerçekten güzeldi hava" dedim mızıldanarak. "bakmadım hava durumuna. ne yapabilirim?"
"al benim montumu giy, çok terledin sen hastalanırsın" montunun fermuarını çözmeye yeltendiğinde ellerine uzandım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
compass, minsung(✓)
Fanfictionsenin gözlerinde parlayan yıldızlar, benim en karanlık gecemde bana ışık tutarak yol gösteren pusulalarım.