on dördüncü bölüm: belki de hayatın tepetaklak hali her zamankinden iyidir.

1.4K 238 108
                                    

iyi okumalarr!!

☆☆☆

birkaç saniye boyunca ne yapacağımı, nasıl bir tepki vereceğimi bilemeden tabiri caizse aval aval baktım annemin yüzüne.

geçen yıllar hayal meyal hatırladığım güzelliğinden hiçbir şey götürmemişti, belki yüzüne birkaç kırışık eklemişti o kadar.

"ben gitsem iyi olur" havadaki gergin atmosferi bozan ben değil minho hyung oldu. sesi normalden sessiz ve boğuk çıktı, ona doğru döndürdüm bedenimi.

"kalabilirsin, sorun değil"

"yok, gideyim" henüz kapatmadığımız kapıdan geri çıktı. "yapacak işlerim vardı zaten, bir kahveni içip kalkmayı düşünüyordum ama belki daha sonra. biraz uygunsuz bir zamanda gelmiş oldum sanırım"

"pek sayılmaz" kafamı iki yana salladım.

"oh, bekle" kapının önüne fırlattığım çantamdan içinde bir tomar paranın olduğu beyaz zarfı minho hyung'a uzattım. yüzüme boş gözlerle baksa da zarfı aldı. bana verdiği borç kuruşu kuruşuna zarfın içindeydi. çalışırken canım çıkmıştı ama yapacağım bir şey yoktu.

"hiç vermeseydin de olurdu." dediklerini duymamazlıktan geldim.
"teşekkür ederim." gülümsememe karşılık o da gülümsedi ama bu seferki her zamankinden farklıydı.

yine de aradaki farkı anlayamadım.

"görüşürüz" elini sallayarak bahçe kapısına doğru yürüdü. "konuşmak istersen arayabileceğini biliyorsun"

"biliyorum" onu onaylayarak kapıyı kapattım ve salon pervazına yaslanmış beni izleyen anneme döndüm. ardından hâlâ odamda ağlayan haru'yu serbest bıraktım, hiçbir şeyinin olmaması içimi rahatlattı. sadece odalarda kapalı kalmayı sevmiyordu.

"sorun yok" anneme hırlayarak dişlerini gösteren haru'ya oturmasını işaret ettim.

"annene sarılmayacak mısın?" sesi beklediğimden hüzünlü çıkan anneme çevirdim bakışlarımı. soracak bir sürü sorum vardı ama hâlâ kanayan kolunu sarmalıydım önce.

"gel pansuman yapalım" sol elimi omzuna tüy gibi değdirdim banyoya doğru ilerlemesi için. "aslında hiç saldırgan değildir"

"biliyorum" yorgunca kafasını salayıp kapalı klozet kapağının üstüne oturdu annem. "sadece evi ve seni korumaya çalışıyordu büyük ihtimalle." kafamı aşağı yukarı sallayarak banyo dolabının altından ilk yardım çantasını çıkardım ve neredeyse bir şişe batikonu kanayan yerlere boca ederek gazlı bezle kolunu sardım.

"çok acıyorsa ağrı kesici verebilirim?" beni reddetti.

birlikte salona geçtik. tekli koltukta zümrüt yeşiline kaçan salon halısının beyaz desenlerini inceliyordum. ta anneannemin zamanlarından kalma eski dokuma bir türk halısıydı.

"aklından tonlarca şey geçiyordur" dedi annem sessizliği bozarak. kaşlarımı kaldırıp bakışlarımı ona çevirdim.

"içecek bir şeyler ister misin?"

"önce konuşalım"

"çok güzel, ben de isterim" yerimden kalkıp mutfağa yürüyordum ki annemin söyledikleri beni durdurdu.

"büyük ihtimalle içeriden nasıl çıktığımı düşünüyorsundur? ya da neden seninle görüşmek istemediğimi? korkuyor musun benden?" sesi giderek kısılmıştı. yavaşça arkama döndüm.

"ben senin annenim jisung" dolu gözleri ve kucağında birleştirdiği elleri içimden bir şeyler koparttı. "sana zarar verecek hiçbir şey yapmam, sana zarar vermeye çalışanların da önünü keserim. kestim de." ellerini yüzüne dayayıp hıçkırarak ağlamaya başladığında olduğum yerde dikilmeye devam ettim. senelerce uzakta yaşadığım, yüzünü bile görmediğim birinin kucağına atlayıp anne diye ağlayamazdım en nihayetinde. elbette beni doğurmuştu, her ne kadar bunun için ona minnettar olmasam da, ama ben anneyle değil anne figürüyle büyümüştüm bu yaşıma kadar.

compass, minsung(✓)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin