iyi okumalarr!!
☆☆☆
minho hyung dış kapıdan içeri girdikten sonra somin abla onu şöyle bir süzdü. gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım, minho hyung başında dikilen somin ablayı fark edince biraz dalgın olacak ki irkildi.
"bugün sosyal bir kelebeksin bakıyorum," somin ablaya gülerek kafamı salladım. "arkadaşım, minho hyung. somin abla da komşumuz" ikisini birbirine tanıştırdıktan sonra minho hyung nazik bir şekilde eğildi.
"anneannen uyudu. ben bir eve uğrayacağım ufak tefek işlerimi halletmek için. sonra tekrar dönerim."
"zahmet etme somin abla, zaten ben evdeyim. teşekkürler." dedim gülümseyerek. bana üstten bir bakış attı ve beni minho hyung'a doğru iterek yanımdan geçip gözlerini devirdi. "sus çocuk, geleceğim işte. belayım başına, anlayamadın gitti." beline dökülen sarı saçlarını savurup terliklerini giyerek evden çıktı. arkasından gülerek kapıyı kapattım.
biraz deli dolu bir kadındı evet.
"salonda oturmak ister misin? odam çok dağınık rahatsız olma"
"ben rahatsız olmam da anneanneni rahatsız etmeyelim. uyuyormuş ya." biraz çekinerek söyledi. cıklayarak ilerlemesi için destek verdim sırtına.
"bu saatlerde salonda uyumaz, odasındadır şimdi." tahminlerim doğru çıktı. salonda halının üstünde yuvarlanan haru'dan başka kimse yoktu. minho hyung'u görünce dostane bir şekilde havlayıp oyun moduna geçti.
"seni sevdi"
"ben pek emin olamıyorum" minho hyung tereddüt içinde konuştuğunda kıkırdayarak koltuğa oturmasını ve bir dakikaya yanına geleceğimi söyledim. o adımlarını koltuğa yönlendirirken ben hâlâ odamda dumanları tüten iki kahvenin bulunduğu kupaları alıp salona geri döndüm.
gördüğüm manzara beni şaşırtmadı desem yalan olurdu.
haru'nun herkesle iyi anlaşamadığını daha önce de söylemiştim. minho hyung'u sevdiğini az çok belli etmişti ama genelde birisine en çok yaklaştığı an oyun oynamak istediği an olurdu. benim dışımda kimsenin kucağına çıkıp kafasını dizlerine yaslamazdı. somin ablaya bile nazlana nazlana gidiyordu.
minho hyung şaşkınlığımı görüp gülümsedi. "sanırım gerçekten sevdi beni"
"sanırım fazla oldu, seni sevdi. söylemiştim." kahvesini ona uzatarak kendiminkini ahşap orta sehpanın üstüne bıraktım ve koltukta arkama yaslandım.
"gelirken donut almıştım. sever misin bilmiyorum ama?" koltuğun ortasına koyduğu poşeti hışırdatarak açtığında haru kulaklarını havaya dikti. kaşlarımı çatarak işaret parmağımı gösterip geri yatmasını söyledim. "şekerli şeyleri yiyemezsin" sanki beni anlıyormuş gibi dik dik baktı bana.
bazen köpeklerin gerçekten aramızda yaşayan ve konuşabilen ajanlar olduğunu düşünüyordum. sadece şapşal olduklarını bize inandırmaya yönelik rollerini fazla ciddiye alıyorlardı.
"çikolatalı mı meyveli mi?"
"çikolatalı" dedim gözlerim parlayarak. minho hyung çikolatalı donutlardan birini bana uzattı. bir kutu almıştı.
"yaraların nasıl oldu?" ısırdığı çilek soslu donutu çiğnerken şöyle bir vücudumda gezdirdi gözlerini. sabah içtiğim ağrı kesicinin etkisi yavaş yavaş geçmeye başladığından tekrar kamburlaşmaya başlamıştım.
"iyileşiyorum"
insan bir kez yalan söylemeye başlayınca ağzından doğru bir şey çıkmaz derler. yine yeniden yalan söylüyordum, iyileşmek yerine daha kötü oluyordum. ağrı kesicilerim günde üç kez içtiğim için bitmek üzerelerdi ve onlar bitince ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. kremler yalnızca belirli periyotlarla vücuduma uyuşukluk hissi vermek dışında bir şey yapmıyordu çünkü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
compass, minsung(✓)
Fanfictionsenin gözlerinde parlayan yıldızlar, benim en karanlık gecemde bana ışık tutarak yol gösteren pusulalarım.