on beşinci bölüm: kağıt helva, salıncak, layıkıyla yaşanmamış çocukluk

1.4K 252 221
                                    

iyi okumalarr!!

☆☆☆

neden bilmiyor olsam da son günlerde fazlasıyla üzgün hissediyordum. yine canım en ufak şey yapmak istemiyordu, yemek yemek hatta uyumak bile istemiyordum bazen. hayat böyle hissettirdiğinde nefret ediyordum. eskiden hepsinin parayla alakalı olduğunu zannederdim ama değildi.

sabah güç bela iş yerine gidip istifamı vermiştim. yunjin epey üzülmüştü ama kafenin dışında da görüşebileceğimizi hatırlatmıştım ona. mezun olup kendi işimi kurana kadar başkasının işinde çalışmak eziyetten başka bir şey değildi artık benim için. evet tatlı ve kahve yapmayı seviyordum ama aynı şeyleri saatlerce yapmak yoruyordu.

banyodan çıkıp saçlarımı elimdeki havluyla kurulayarak odama geçtim. nihayet eski yatağımı atıp yerine battal boy büyük yataklardan almıştım. yumuşacıktı. banyoya girmeden önce serdiğim gri nevresimlerin üstüne attım kendimi. yatağım mobilyacıdan gelmeden önce odaya boya badana yaptırdığım için hâlâ oda boya kokuyordu. ama mutluydum çünkü eskisi gibi rutubetli değil de temiz görünüyordu içerisi.

odamı baştan aşağı yenilemek istiyordum. neler yapmak istediğimi düşündüm. kıyafetlerimin üstünde durmadığı askılığın yerine aynalı bir gardırop gelecekti. bir duvarıma boydan boya kitaplık yaptırmak ve içini kitaplarla doldurmak istiyordum. sonra yatağımın yaslı olduğu duvarı posterlerle dolduracaktım. belki yatak başlığının yaslı olduğu duvara asmak için de birkaç plak alırdım. ayrıca pencerelere asmak için uzun tül perdeler almam gerekiyordu, sadece kalın perdelerim vardı ve onlar da eskimişti.

ben bütün bunları düşünürken haru odama gelip yatağıma tırmandı. yanıma kıvrılan köpeğimin yumuşak beyaz tüylerini okşamaya başladım. ben onu sevdikçe sırıtıyordu, eşek sıpası.

köpeğini eşek sıpası diye seven de bir tek ben varımdır herhalde koca dünyada.

"sana en güzel kemikleri alacağım" dedim haru'nun sulu burnuna dokunarak. kemik kelimesini duyunca salyalarını akıttı. çok yorgun hissetsem de haru'yu gezmeye çıkarmam gerekiyordu, komşular bahçeye tuvaletini yaptığında kokuttuğunu söylemişti ve uğraşmak istemediğimden sesimi çıkarmamıştım. aslında uğraşırdım da sadece enerjim yoktu işte.

saçımı kuruturken haru kurutma makinesinden nefret ettiği için kudurmuş gibi havlamaya ve oradan oraya koşuşturmaya başladı. neden bilmiyorum ama kurutma makinesini düşmanı görüyordu ve ne zaman elime alsam, artık zarar göreceğimi falan mı zannediyordu sesinden mi rahatsız oluyordu bilmiyorum, çıldırıyordu. kurutma makinesini kapatıp çekmeceye geri koyana kadar hırlamaya devam etti.

zaten üstümde gri bir eşofman ve siyah tişörtüm olduğu için yalnızca üstüme yine gri olan kapüşonlumu geçirdim. annem evde yoktu, somin ablanın yanındaydı. beklemediğim şekilde iyi arkadaş olmuşlardı, neredeyse tüm günlerini birlikte geçiriyorlardı.

"haru" dedim haru'ya seslenerek. salondan koşarak çıkıp parkelerde kayarak yanıma geldi. "parka gidiyoruz hadi" neşeyle kuyruğunun etrafında dönmeye başladığında güldüm. ne zaman park lafını duysa aynısını yapıyordu. göğüs tasmasını giydirdikten sonra anahtarımı alıp haru'yla birlikte evden çıktım.

genelde ben haru'yu değil de haru beni yürüyüşe çıkarırdı. biraz başına buyruk olduğunu söyleyebilirdim.

en sevdiği parka geldiğimizde tasmasını çözüp etrafta deli danalar gibi koşturmasına izin verdim. kimseye zarar verme gibi huyları yoktu, evet annemi ısırmıştı ama annemi eve girmeye çalışan bir yabancı zannettiği için yapmıştı onu. yoksa çocukları da severdi, kendisine merhametle yaklaşan yetişkin insanları da.

compass, minsung(✓)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin