yirmi birinci bölüm: oysa gençlik kaygısızlıktır

1.4K 214 163
                                    

iyi okumalarr,

lütfen yorum yapın.

☆☆☆

içimde giderek büyüyen boşluğu anlatabilecek herhangi bir kelime yoktu lügatımda. kızgın mıydım üzgün müydüm tüm duygularımı taşıyor muydu yoksa hiçbir şey hissetmiyor muydum emin olamıyordum. oysa gençlik kaygısızlıktan ibaretti ve bu genç yaşımda kaygısızlık nedir bir fikrim yoktu.

durup sakince düşündüğümde fark ediyordum ki minhoyla birlikte olduğum anlarda bile içimde sinsice kök salan bir kaygı vardı. kaybetmekten kaygı duyuyordum. ve lanet olsun ki bunun zerre sağlıklı olmadığını biliyordum. hayatın ne getireceği belli olmuyordu, bir gün her ne kadar istemesek de yollarımızın ayrılması gerekirse hazırlıklı olmalıydım buna.

yine de düşüncesi bile tüylerimi ürpertiyor, midemi bulandırıyordu. çabuk bağlanıp zor kopuyordum insanlardan. benim lanetim buydu.

annem kapımı tıklatıp odamdan içeri süzüldüğünde omuzlarımın üstünden baktım ona. yatakta cenin pozisyonunda kıvrılmış öylece yatıyordum. telefonumun minho'nun bilmem kaçıncı kez araması yüzünden yanıp sönen ışığı tekrar söndüğünde odam sonuna kadar çekili olan perdelerimin de etkisiyle karanlığa gömüldü. içeriyi aydınlatan tek ışık huzmesi annemin araladığı kapıdan içeriye sızandı.

ışığı açmadan yürüyüp başucuma oturdu. omuzlarımı tuttuğunda içli bir nefes verdim. "her şey yolunda mı tatlım?"

"pek sayılmaz" dakikalar önce ağladığımdan sesim olması gerektiği gibi çatlak çıkarak beni ele verdi.

"anlatmak ister misin?" kafamı iki yana salladım. daha sonra elbet anlatırdım ama şu an hiç anlatacak halim yoktu.

"sen nasıl istersen bebeğim, seni zorlamayacağım" üstüme eğilerek kollarını vücuduma sardı annem. şakaklarıma sıcacık bir öpücük kondurduğunda bir damla gözyaşı süzülüp burnumu gıdıkladı. ağlamak için rahat bir pozisyonda değildim. "ama sen ne zaman anlatmak istersen annen seni dinlemek için burada olacak"

"teşekkürler" dedim mırıldanarak. daha sıkı sarıldı bana, bacaklarıma kayan battaniyeyi göğsüme kadar çekti ve ayağa kalktı sonra.

"ben sominle dışarı çıkıyorum biraz, gezip hava alacağız. bir şey istiyor musun?" bir kez daha kafamı iki yana salladım. hiçbir şey istemiyordu canım.

annem saçlarımı okşayarak odamdan çıktığında hıçkırıklarım tıpkı burnumu gıdıklayan gözyaşları gibi boğazımı gıdıklıyordu. onları serbest bırakmak için dış kapının sesini duyana kadar bekledim.

beni üzen neydi onu bile bilmiyordum. büyük ihtimalle panayırdaki yaşlı kadının sözlerini çok içerlemiştim.

ya da minho hyung'un bunca zamandır beni tanımıyormuş gibi yapıp da yakından tanımasını. bilmiyorum.

iki ihtimal de olasılıklar dahilindeydi.

zil sesi evin içini doldurduğunda yanaklarımı şişirdim. yataktan doğrulup odamdan çıktığımda haru karşıladı beni. kapıyı açmam gerektiğini haber vermeye gelmişti herhalde, zira annem kapıyı alacaklıymışcasına yumruklamaya başlamıştı içeride her neyi unuttuysa.

kapıyı açtığımda yumruğu havada asılı kalan annem değil minhoydu ama. dışarıda yağmur yağdığından sırılsıklam olmuştu üstü. burnunu çekip ilk önce üstümdekileri süzdü. bol beyaz sweatshirtüm ve dışarıdaki havaya rağmen penye şortumla komik görünüyor olmalıydım. hemen ardından yüzümü arşınladı gözleri. kapıya yaslandığında yerde oturan haru ayağa kalkıp dizlerine tutundu. içeri çağırıyordu minho'yu.

compass, minsung(✓)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin