iyi okumalarr!!
☆☆☆
ben henüz ilk şoku atlatamadan
yalnızca dizimi yaslayabildiğim tabure oturabileceğim bir yüksekliğe kadar alçaldı ve yaşadığım şok büyüdü."ayarlanabiliyor" ifadesine tezatla sıcak çıkan sesine karşı teşekkür ederek gülümsedim ve tabureye oturdum.
aynı okuldaydık. ben konservatuvarın müzik bölümündeyken o modern dans bölümündeydi ama yüksek lisans yapıyordu. karakteristik yüzünden ve mor saçlarından tanımıştım kendisini. gerçi sürekli saçlarına yansıyan sahne ışıkları saç rengini değiştirip duruyordu.
barmen diğer müşterilerle ilgilenirken beyaz bar tezgahına bakıp düşünüyordum. bugün yalnızca anılarımda silik bir hatıra olarak kalan babamın öldüğü yaştaydım.
aslında bakıldığında yüzünü hatırlayamayacak kadar küçüktüm babam öldüğünde ama yemek tuzsuz olmuş diye annemin kolunda içki bardağı kıracak kadar gözü dönmüş biri olduğunu hatırlıyordum. benim nasıl korkup annemin arkasına saklandığımı, bir şekilde sakinleştiğimde annemin beni odama götürerek on kere yüze kadar saymamı söyleyip kapımı kapatmasını, saymayı bitirdikten sonra salona geri dönünce ortadaki kan gölünü ve vücudunda kan kalmadığı için suyu sıkılmış bir süngere benzeyen babamı hatırlıyordum. ailemizi paramparça eden babamı.
"hey" koluma yapılan küçük dokunuş beni yerimde sıçrattı. ama nihayet hatırlayabilmiştim ismini, lee minho'ydu ismi. "iyi misin? rengin attı birden?" yanaklarım hafifçe yanmaya başlasa da iyi olduğuma dair kafamı salladım. rengimin attığını fark etmesi demek beni izlediği anlamına geliyordu. beni neden izliyordu ki?
"lee minho" dedi hafızamın bana oyun oynamadığını doğrulayarak elini uzatıp. boynundan yukarısı ve kulakları, belki biraz da yanakları kızarmıştı. içkiyi fazla kaçırmışa benziyordu, sanırım bu beni neden izlediğini açıklardı. "aynı okuldayız. tanıyorum ben seni, fakültede ünlüsün malum" ne ün ama. okuldan tek bir arkadaşım bile yok, dedim içimden.
"han jisung" elini utangaç bir şekilde sıktım. avucundaki elimi hemen bırakmadı. "biliyorum"
"peki" garipleşen atmosferi dağıtmaya çalıştım. "sen de ünlü sayılırsın"
"beni tanıyor musun yani?" dirseğini tezgaha yaslayıp elini yanağının üstüne bıraktı. birkaç saniye, utangaçlığımın izin verdiği kadar, yüzünü inceledim ve hiçbir kusur bulamadım. bir heykeltıraş tarafından özenle işlenmiş gibi görünüyordu. daha önce hiç bu kadar yakından inceleme fırsatım olmamıştı.
sonra gözlerim kıyafetlerine kaydı. benim aksime buraya özenerek geldiği belliydi. fermuarlı siyah bir bodysuit vardı üstünde. paraşüt kumaş siyah bir kargo pantolon giymiş, siyah postallarıyla da bütün kıyafetlerini eşleştirmişti. mor saçları iki yana ayırılıydı. kollarına taktığı bileklikler de kombinini tamamlıyordu.
benimse üstümde geçerken uğramışım gibi gösteren siyah bir oduncu gömleği ve siyah kumaş pantolonum vardı. ayrıca gözümdeki gözlüklerle reşit görünmememe şaşmamalıydı.
"yeterince inceledin mi?" dedi kıkırdayarak. "olmuş muyum?" ellerimi yanaklarıma bastırarak önüme döndüm. gerçekten yunjin ile dalga geçiyordum ama asıl rezil bendim.
ne içeceğimi soran barmenden bir soju istedim. zaten yarılayamadan beni sarhoş ediyordu, çok ağırdı.
"jisung, şaka yapmıştım ama fazla mı ileri gittim? kusura bakma." minho hyung tekrar koluma dokunduğunda kafamı iki yana salladım. "yok, hayır. beğendim kombinini hyung, yani şey. güzel olmuş." gözlerimi kaçırarak konuştum. ellerini çırptı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
compass, minsung(✓)
Fanfictionsenin gözlerinde parlayan yıldızlar, benim en karanlık gecemde bana ışık tutarak yol gösteren pusulalarım.