iyi okumalarr!!
☆☆☆
büyük bir özenle yuvarladığım poğaçaları siyah tepsiye yerleştirirken yunjin kafenin mutfağa açılan iki kanatlı kapısından süzülerek içeri girdi.
neredeyse bir haftadır okula gitmiyordum, keyfim yoktu. yetiştirmem gereken projelerimin bilincinde olsam da sadece gidesim gelmiyordu işte. mutfakta olmak iyi geliyordu, bir süre kafamı hayatın iç bunaltıcı karmaşasından uzaklaşabiliyordum.
kafe sahiden de başkasına devredilmişti ama işten çıkarılmamıştım rüyamdakinin aksine. halbuki o resti kel patronuma çekmeyi her şeyden çok isterdim. yine de o kadar da üzülmüyordum, hiç olmazsa işten çıkarmayacak kadar gülmüştü hayat yüzüme.
dalgın bakışlarımı poğaçalarımdan kaldırıp bana seslenen yunjin'e diktim. baş parmağıyla gerisingeriyi işaret etti.
"bizim yaşlarımızda biri seni soruyor, arkadaşınmış sanırım" hamura batmış yağlı ellerimi kafenin lavanta rengi önlüğüne sildim. "ismini söyledi mi?" soruma karşılık kafasını iki yana salladı.
felix gelmiş olmalıydı, en son onun doğum gününde kendisine küçük bir hediye vermek için ortaya çıkmıştım ama o beni şaşırtarak büyük bir hediyeyle çıkıvermişti karşıma. doğum günümü bildiğinden bile bir şüpheydim. nasıl öğrenmişti hâlâ bilmiyordum, söylememişti.
"bunları fırınlayabilir misin?" yunjin havayı koklayıp neşeyle beni onayladı.
"senin dereotlu poğaçaların favorim" güçsüz bir gülüşle yunjin'e karşılık verdim. dereotlu poğaça sevdiğini biliyordum, o yüzden yapmıştım zaten. yunjin de anneannemin haberini aldığından beri hep yanımda olmuştu, kötü günümde yanımda olan insanları daha iyi günlerimde unutmazdım.
mutfaktan çıkıp felix'in kumral kafasını görebilme umuduyla etrafa bakındım ama onun yerine minho hyung'un mor saçları çarptı gözüme. kafenin yuvarlak iki kişilik masalarından birine oturmuş, önündeki dizüstü bilgisayara full odak şeklinde dudakları büzülü bir biçimde bakıyordu. onunla da en son beni tefecilerin elinden kurtardığı gün görüşmüştüm. aslında karşılaşmak istesem bir sürü yerde karşılaşabilirdik ama biraz çekiniyordum sanırım. borçlu olduğunuz insana borcunuzu ödeyene kadar iki büklüm olursunuz, mideniz düğümlenir ya. o kötü his kol geziyordu işte vücudumda.
yine de kabalık etmemek adına ayaklarımı oturduğu masaya sürüdüm. birkaç müşteri kafede çalıştığımı belli eden önlüğüm yüzünden beni çağırsalar da onları nazikçe diğer garsonlara yönlendirdim.
"merhaba" nihayet minho hyung'un masasına ulaşabildiğimde bakışlarını ekrandan çekip benimkilere çevirdi. az kalsın "siparişinizi öğrenebilir miyim?" sorusunu soracaktım kendisine. dilimi hafifçe ıssırdım, masanın üstünde beyaz porselen fincanın içindeki zift renkli çok büyük bir ihtimalle americano olduğunu düşündüğüm kahve ve birkaç saat önce yine benim yapıp fırınladığım san sebastian cheesecake siparişini çoktan vermiş olduğunu gösteriyordu halbuki.
"jisung" yumuşak bir ses tonuyla konuşup ayağa kalktığında bana sarılacağını anlayarak ellerimi kaldırdım ve bir adım geriye çekildim. "üstüm unlu, üstünü kirletmesin hyung" uyarıma rağmen bana sarıldığında aynı şekilde, dostça, karşılık verdim sarılmasına. geri çekildiğinde, söylediğim gibi, lacivert kısa kollu gömleği ve siyah dar pantolonu un olmuştu ama ben zaten söylemiştim. umursamadığını belli ederek üstünü silkeledi ve sandalyesine geri oturdu.
"otursana"
"mesai saatleri içerisinde oturmamız yasak" dedim biraz çekinerek. omuzlarını kaldırıp indirdi, anlaşılan bugün tamamiyle umursamaz bir tavır takınıp gelmişti buraya. "patronunla konuştum, bir sorun olmayacağını söyledi" eliyle ileriyi işaret ettiğinde gerçekten de patronumun bir köşede bizi izlediğini gördüm. hatta minho hyung'un el hareketiyle yaşının minho hyung'dan çokça büyük olmasına rağmen eğilir gibi bile oldu ve oturabileceğimi gözlerini açıp kapayarak onayladı. şaşkınlığımı yüzümden silemeden minho hyung'un karşısına oturdum ve daha rahat olabilmek açısından önlüğü çıkartıp köşeye bıraktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
compass, minsung(✓)
Fanfictionsenin gözlerinde parlayan yıldızlar, benim en karanlık gecemde bana ışık tutarak yol gösteren pusulalarım.