22.BÖLÜM

693 171 20
                                    

Cezaevinden çıktıktan sonra kendime gelmek için bir süre bahçede oturmam gerekti. Olanlar çok ani gelişmişti ve ben içimdeki duygularla boğuşuyordum.

Yaptığım şey yanlış mı, doğru mu? Aslına bakarsanız hiçbir fikrim yoktu. Onu görmek, aramızdaki yaşananların gerçek olduğunun kanıtıydı. Bazen bir mesaj insanın bütün hayatını değiştirebiliyordu. Acaba Gölge şuan nasıl? Son bir kez arkamı dönüp hapishane binasına baktım. Ah Gölge hala oradaydı, kim bilir hangi hücrede kalıyor, günleri bu kasvetli tuğlalar arasında nasıl geçiriyordu. Sokakta bir tanesini bile görmeye korktuğumuz suçluların yuvasında yaşıyordu oysaki onlar gibi değildi. İçten içe öyle düşünüyordum.

Tren istasyonuna vardığımda etrafta koşuşturan insanlara aldırmadan kendimi boş bir koltuğa attım. Keşke Gölge yanımda olsaydı... Gözlerimi kapatıp birkaç saniye o anın nasıl olabileceğini düşündüm, bir trende, otobüste veya uçakta. Benim içim geçmiş ve Gölge'nin omzuna doğru uzanmışım, kolunu başımın altından dolamış eliyle saç tutamlarımı okşuyor ve hiç bilmediğimiz bir bilinmezliğe doğru gidiyoruz.

Yolculuk boyunca kafamı cama yaslayıp uyumaya çalıştım. Yaşadığım bu kaçamak kelimenin tam anlamıyla duygularımı alt üst etmiş, daha önce varlığını bile bilmediğim yeni duygularımı yeşertmişti. İçten içe yakalanma korkusu da eklenince adrenalinden o an sadece yolun hemen bitmesini, ailemin bu planımı fark etmemesini diliyordum.
Eve vardığımda ise her şey normal görünüyor, annem ve babam sıradan rutinlerini yaşıyorlardı. Üstümden ağır bir yük kalkmış gibi hissettim ve cezaevine gittiğimden kimseye bahsetmedim. Kendim bile olanları kabullenemiyorken evdekileri deliye döndürmek saçma olurdu.

***
Masamda eskiz defterimi karalıyor, Gölge'nin yüzündeki her detayı zihnimde canlandırıyordum. Siyah dağınık saçları, keskin köşeli çenesindeki gamzeleri, kemikli burnu, pembemsi kıvrımlı dudakları, masmavi gözleri ve anlındaki o yara izi... Telefonumun çaldığını duyunca aniden kendime geldim.

"Gelen arama Gölge"

Hala telefonu kullanabiliyor olmasına sevinirken gümbür gümbür atan kalbime bastırarak telefonu açtım.

-Alo, Gölge, aramanı beklemiyordum!

- Bu saatlerde aramam fazla riskli biliyorum ama eve sağ salim vardığından emin olmak istedim. Ziyaretçi telefonunu da artık kullanmama izin vermiyorlar.

Her zaman ki gibi fısıldıyordu. Yine de koğuşta olduğu halde sesini duyabilmek benim için bir mucizeydi.

- Evet, evet vardım. Sen nasılsın?

- Farklı hissediyorum.

- İyi anlamda mı yoksa kötü mü?

- Fazla iyi.

Nefesinden gülümsediğini hissedebiliyordum.

- Beni gördüğüne sevindin mi beyefendi?

- Sevinmek az kalır, sanki şuanda hapishaneden çok gökyüzünde gibiyim. O bakır saçlarının içinde dalgalanıyorum ve rüzgâr her telini yüzüme savuruyor.

Bir an saçlarımın arasından geçen parmakları zihnimde canlandı. Rüzgâr eşliğinde her telini okşuyor ve sonra gökyüzüyle karışmış mavi gözleriyle usulca bana bakıyordu. Kurduğum hayale fazla dalınca cevap vermediğimi fark ettim.

- Sen ne yapıyordun bakalım ufaklık.

- Aaa şey öyle resim filan çiziyordum. Hafta içi sınav var da.

- Bizim Marscık sınava mı girecekmiş.

- Yaaaa dalga geçme, dersten kalmamam gerek!

- Fazla dert etme halledersin, sen bir şeyi kafana koydun mu yaparsın çünkü.

Mars'ın GölgesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin