Nurettin Rençber/ Söyle Sunam
Şebnem Ferah/ Mayın Tarlası
Sezen Aksu/ Yalnızca Sitem
Barış Akarsu/ Gözlerin
Perdenin Ardındakiler/ Beni Kendinden KurtarHerkese selamlaaaar!
Bu bölüm yazdığım en uzun bölüm oldu. Aslında aşırı uzun değil ama diğer tüm bölümlerden bir tık daha uzun diyelim...
Şimdi siz gidin okuyun ve bol bol gülün. Sonra da yorumlarda buluşalım olur mu? (Nolur olur demiş ol🥺🥺)
İyi okumalar balııım🖤🖤
🌹🌹🌹🌹
"Düştüğümüz kuyular sandığımız kadar dipsiz değil aslında, tutunmaya çalıştığımız ipler çok kısa." der Charles Bukowski.
Ben asla düştüğüm kuyudan şikayetçi olmamıştım. Korkmamıştım düşüyor olmaktan. Düştüğüm kuyu cezbediyorken beni, nasıl korkabilirdim ki ondan? Düşmüştüm. Yorgundum ve kimsesizdim. İlk defa tattığım bu duygu beni afallatıyorken sağlıklı düşünemiyordum ama biliyordum ki düştüğüm kuyunun dibi çiçeklerle kaplıydı. Karanlık değildi. Soğuk ya da ıssız değildi. Yirmi bir yıllık hayatımın hiçbir gününde üzerime doğan güneş beni bu kadar ısıtmamıştı. Belki de ben çok tutarsızdım. Adal bana buz uzatsa, ısınmak için uzattığı buza sarılırdım.
Adal dipsiz bir kuyu değildi. Ama belirsizdi. Issız ya da soğuk değildi ama hep mesafeliydi. Kafanlık değildi ama aydınlık da değildi. O, dışı taş duvarlarla kaplı ama içi rengarenk çiçeklere sahip bir kuyu gibiydi. İçine düşmeden gerçekleri asla göremezdiniz. Adal bile farkında değildi kendisinin. O kadar çok inandırmıştı ki kendisini dipsiz bir kuyu olduğuna, kabullenmek istemiyordu onda gördüklerimi.
Ama o çiçeklere rağmen ben Adal'da boğuluyordum. Üşümüyordum belki, ya da karanlıktan korkmuyordum. Ama ben boğuluyordum. Çoğu zaman nefes alamıyordum ve bu fiziksel değildi. Bazı insanlar bazı insanlara ağır gelirdi. Adal benim kalbime ağır gelmişti ama ben yine de çabalıyordum.
Çünkü her zaman bir çıkar yol bulunurdu. Çünkü derdi veren Allah dermanını da verirdi. Her zaman bir yol vardı.
"Evet seni dinliyorum." dedim gözlerimi Adal'ın gözlerinden sıyırırken. Gözlerine bakmak derin bir okyanusa dalıp gitmek gibiydi. İşin esprisi ise benim yüzmeyi bilmememdi.
"Aslında bugün ben seni dinleyeceğim. Ben sana birçok kez diyeceğimi dedim ama sen bir türlü anlamak istemedin. Belki bu sefer sen anlatırsan, ben seni anlayabilirim. Bir de böyle deneyelim dedim." Düz ve yüksek çıkmayan sesi içime bir nebze de olsa su serpmişti çünkü sinirli değildi. Bu demek oluyordu ki bu gecenin nabzı normal seyredecekti. Fazla emin olma Pare. Şu adamla beş dakika aynı ortamda bulunup onu sinir etmediğimiz bir an bile yok çünkü.
"Çok mantıklı düşünmüşsün. Yani diyorsun ki sende anlama kıtlığı var, anlamıyorsun. Bari sen anlat ben anlayayım. Çünkü ben senden daha zekiyim. Tam olarak bunu mu diyorsun? Şeyden soruyorum...belki bu dediklerini de yanlış anlamışımdır diye. Çünkü biliyorsun bende anlama kıtlığı var. Az önce kendi ağzınla söyledin. İnkâr etme. " Çeneni kapatır kapatmaz bakışlarımı dikleştirdim ve meydan okurcasına Adal'a bakmaya başladım.
Adal derin bir nefes alıp verdikten sonra bir süre gözlerini kapalı tuttu. Ay adam şimdi de meditasyona falan mı soyundu Pare? Soyunmak falan... ayıp oluyordu. Adal gözlerini açtıktan sonra sabır dilenir gibi yüzüme baktı. Derin bir nefes daha alıp verdi.
"Ne o karnı burnunda, doğuracak kadınlar gibi nefes alıp veriyorsun habire." dedim. Sinirim bozulmuştu. "Bana kıt akıllı diyen sensin. Bir de üzerine sinirlen, şurada bayılıp kalayım." Öfkeli sesime ben bile anlam verememiştim. Dünya sıvı yağ gibi üste çıkma yarışmasının şampiyonu falan olabilir miydim acaba? Öyle bir yarışma yok Pare... Olsaydı kesin şampiyonu ben olurdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
O BENDE SAKLI
Fiksi RemajaSen hiç imkansıza aşık oldun mu? Hayır hayır! gerçekten imkansıza. O oldu. O, ruhu bile olmayan birine aşık oldu. O Kafasında kurduğu mükemmel adama aşık oldu. Sonra ne mi oldu? Mürekkep aktı. Aktığı kağıt yandı. Yanan kağıt kül oldu. Küllerinden...