Bölüm 8

865 44 2
                                    

      Cenazeden yaklaşık 24 saat geçti. Aynı koltukta yatıyorum dünden beri. Acıktığım karnımdan yükselen seslerden anlaşılıyor. Babamın her zaman bizim için sipariş verdiği restoranı aramak üzere buzdolabının üzerindeki magnete bakmak için yerimden zor da olsa kalkıyorum. Boğazım düğümleniyor. Birilerinin yokluğunun arkasında tek başınıza kalmak çok zormuş. Yemek geldiğinde koltuğun önündeki orta sehpaya koyuyorum ve ona sadece bakmakla yetiniyorum. Bir lokma almayı deniyorum ama midem feci şekilde bulanıyor. Bazı insanlarda sinirsel problemlerin mideyi etkilediğini duymuştum. Sanırım ben onlardan biriyim. Ağlamak istiyorum ama artık akacak bir yaşım kalmadığından olsa gerek ağlayamıyorum. 

Gerçekten berbat bir duyguymuş uyandığında aynı acıyı tekrardan başa dönerek yaşamak. Yeniden yüzleşmek ve kabullenmek. Ayaklarım bana sormadan babamın yatak odasına götürüyor beni. Yatak oldukça dağınık. Sabah oldukça aceleyle çıkmış olmalı. Yoksa epey derli toplu biridir. Bu odaya çok uzun süredir girmemiştim. Pencereden giren tiz ışık havada uçuşan küçük tozları gün yüzüne çıkarıyor. Büyük gardırobun gıcırdayan kapısını açtığımda artık taze gözyaşlarım beliriyor ve olduğum yere çöküyorum. 

İki gündür yaşadıklarım gerçek olamaz. Olmamalı. Tam her şeyi, tüm dünyamı düzene sokmaya karar vermişken, belki ben de iyi olabilirim, mutlu olabilirim derken neden tekrar duvara çarpıyorum. Neden yoluma inatla engeller çıkıyor. 

Aşağıdan ısrarla çalan telefonumun sesini duyuyorum. Mahir dün akşamdan beri hiç durmadan arıyor. Onunla konuşmayı reddediyorum çünkü bir  kez onun o yumuşak ve şefkatli sesini duyarsam kendimi toparlayamamaktan korkuyorum. Kafamı hafif kaldırdığında babamın takım elbiselerinin altında küçük bir kutu fark ediyorum. Kapağını açtığımda içinde benim ve annemin olduğunu düşündüğüm birçok fotoğraf var. (Babamın anılarını saklama alışkanlığı olduğunu bilmiyordum.) Annemle fotoğrafım olduğunu ise hiç tahmin etmiyordum. Bu fotoğraflardan bana bir kez bile bahsetmedi. Fotoğraflara uzun uzun bakarken açlıktan ve ağlamaktan ellerim titriyor. Kutunun en dibinde biraz yıpranmış küçük bir zarf var. Üzerinde ise büyük harflerle KIZIM'A yazıyor. Öksürük krizim tutuyor. Tam da sırasıydı. Bedenim sarılacak kadar şiddetli öksürürken kâğıdı çarçabuk zarftan çıkararak okumaya başlıyorum: 

 "Seninle çoğu zaman iki yabancı gibiyiz kızım. Çok sağlıklı iletişim kurduğumuz söylenemez. Çoğu zaman konuşmuyoruz bile. O yüzden bu mektubu yazmayı borcum olarak görüyorum. Ben bir gün bu dünyadan ayrıldığımda oku istiyorum. Elbet odamın bir köşesinde biri bulur ve sana ulaştırır. Çünkü hiçbir zaman bunları yüz yüze konuşamayacağımızı biliyorum. Sen beni dinleme nezaketini gösterebilirsin belki ama ben anlatabilecek kadar cesur olamayacağım, bugüne kadar olamamış olmam bu durumu kanıtlıyor. Öncelikle şunu bil ki seni çok seviyorum güzel kızım. Sevgim seni kucağıma aldığım günden beri bir an bile azalmadı. Hayatım boyunca da azalmayacak. Yaptığım her şeyi senin için yaptım. Sen iyi ol, mutlu ol diye bunca yalanın yükünü aldım sırtıma..." 

 O sırada kapı zili art arda çalıyor. Ve ardından Mahir'in ismimi haykırışlarını duyuyorum. Cenazeye gelmesi için konum atmıştım fakat kapıma dayanacağı aklıma gelmezdi. Beni çok merak etmiş olmalı. İstanbul'dan buraya kadar geldiğine göre. 

Bir dakika, yoksa hiç gitmedin mi? Mektubu kutuya bırakıp aşağıya iniyorum. Tam sırasıydı Mahir. Mektubun en can acılı yerinde. 

 Kapıyı açtığımda Mahir'in kırmızı suratıyla karşılaşıyorum. 

 -Ne işin var senin burada?

LEKE (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin