Bölüm 21

533 25 1
                                        

       Düğün olmadan önce kenarda duran ve hâlâ bitmeyen babamın hediye ettiği para ile bir büro açmak istiyorum. Avukatlık yapmak isteyip istemediğimden hâlâ emin değilim ama en azından denemek istiyorum. Bir taraftan da çizimlerime devam ediyorum. Son günlerde fazla zaman ayıramasam da arada bir şeyler karalayıp dolabımda biriktiriyorum. Şöyle bir baktığımda ise sergi açacak kadar çizimim olduğunu farkedince gülümsemeden geçemiyorum. Kiralık daireler için birkaç emlakçıyla iletişime geçiyorum. Önümdeki bir hafta boyunca ofis seçme ve kiralama işleriyle uğraşıyorum. Mahir ise bu sürede çalışmaya başlıyor. Ben ise bir taraftan gelinlik işleriyle uğraşıyorum. Aradan bir ay geçiyor fakat bana bir hafta gibi geliyor. Bir ayın 30 günü de koşturduğum için farkedemiyorum. Ve nihayet bugün ofisimin açılış günü. Mahir'i çalıştığı hastaneden alıp birlikte yemeğe geçiyoruz. Son zamanlarda onun hastanedeki yoğunluğu benim ise kendime düzen kurmak için çabaladığım günlerle geçtiği için görüşemiyorduk. İkimizin de sorumlulukları artınca birbirimize ayırdığımız zaman azalıyor. Güzel bir mekâna geldiğimizde makarnalarımızın siparişini verip sohbete başlıyoruz. 

 -Gelinlik dikimi için terzi seçebildin mi? 

 -Diktirmeyi değil de hazır almayı düşünüyorum.

 -Düğünü yapacağımız mekânı da ayarlamamız gerekiyor geç olmadan. 

 -Biz ince ayrıntıları düşünüyoruz ama düğün tarihimiz belli değil Mahir. 

-Doğru söylüyorsun. O zaman hemen şimdi koyalım. 2 ay bizim için yeter diye düşünüyorum. 

 -Nişan doğum günümde olsun diyerek gülümsüyorum ve hatırlayacak mı diye bekliyorum. 

 -26 Eylül diyor kendinden oldukça emin. Düğünde Ekim'in 10'u olabilir. Sonrasında da güzel bir balayı yaparız. 

 -Onu düğünden sonra konuşuruz artık. Gitmemiz gerekiyor şimdi reklam panoları için bizi bekliyorlar. 

 O gün tüm günümüz ofisin işleriyle geçiyor. Gün sonunda bir ofisi olan avukat olarak evime dönüyorum. Telefonumu kontrol ettiğimde Selin'in aramadığını fark ediyorum. Tanıştığımız günden beri neredeyse her gün beni arayıp cıvıl cıvıl sesiyle sohbet ediyor. Bugün de ben arayayım o zaman diyerek telefonun açılmasını bekliyorum. Uzun uzun çalıyor ve sonunda açılıyor. 

 -Alo kızım. Selin pek müsait değil. 

 Zar zor konuşan kişinin Mahir'in annesi olduğunu anlıyorum. 

 -Uyuyor mu? Kusura bakmayın rahatsız ettim. 

 -Selin rahatsızlandı. Biz hastanedeyiz. 

 -Ne! Neler söylüyorsunuz. Hemen geliyorum Mahir'in haberi yok mu? 

 -Hayır yok. Ben telaşlanmayın diye söylemek istemedim. Bir de bugün senin ofisinin açılışı olduğunu söylemişti. Keyfinizi bozmak istemedim kızım.  

-Çok üzdünüz beni. Biz hemen geliyoruz. 

Apar topar hazırlanarak arabaya atlıyorum. Mahir'in evine doğru giderken bir taraftan da telefondan arıyorum. Birkaçkez telefon meşgule düşüyor. Sanırım çoktan uyumuş. En sonunda uykulu sesiyle; 

 -Hayatım bir şey mi oldu! 

 -Mahirciğim sana bir şey söylemem gerekiyor ama sakin ol olur mu? 

 Az önce uykulu gelen sesi bir anda telaşlanıyor. 

 -Ne oldu Elif! 

 -Selin biraz rahatsızlanmış, hastaneye gitmişler. Ben şimdi senin eve gelmek üzereyim. Hazırlan gidelim. 

 -Allah kahretsin ya. Benim neden haberim yok. Ne zaman olmuş bu? 

 -Kapatıyorum şimdi araba kullanıyorum. 5 dakikaya kapının önündeyim. 

 Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor. Radyoda konuşan adamın söylediklerine göre bir hafta daha havaların bozuk olacağı görünüyormuş. Yağmura rağmen hızlı kullanıyorum. İçimden de babaannemin küçükken öğrettiği tüm duaları okuyorum. Allah'ım ne olur Selin'e bir şey olmasın.

 Evin önüne geldiğimde Mahir'i aşağı inmiş gergin hâldebeni beklerken görüyorum. 

 -Sen yana geç ben kullanacağım. 

 -Hayır asla olmaz. Zaten telaşlısın. Bin hadi ıslanacaksın.  

Mahir'in sinirlenmemesi için çok hızlı kullanmaya çalışıyorum. Ama arabanın ön camına düşen iri yağmur damlaları buna pek de izin vermiyor. Hastaneye vardığımızda koşarak danışmaya gidiyoruz. Selin'in yoğun bakımda olduğunu söylüyor. Mahir'e güç vermek için titreyen elini tutuyorum. Annesi ile babasını gördüğü gibi kucaklaşıp ağlamaya başlıyorlar. Onları o hâlde görünce ben de gözyaşlarıma hakim olamıyorum. Selin'in durumunun kritik olduğunu, hastalığının yeniden tüm vücudunu ele geçirdiği ve tedavinin cevap vermediğini doktordan öğreniyoruz. Önümüzdeki bir haftanın çok önemli olduğunu ve umudumuzu yitirmememiz gerektiğini söylüyorlar. Mahir Selin'i görebilmek için doktordan izin alıyor. Beş dakikalık kısa bir süreyi içeride geçirip dışarı çıktığında yüz ifadesini görüp perişanlığını kendi iliklerime kadar hissediyorum. Hepsini teker teker teselli etmek için sürekli olumlamalar yapsam da boş konuştuğumu, bu insanlara ne söylersem söyleyeyim üzüntülerinin azalmayacağını anlıyorum. Bir süre sonra ben de sessizleşip Mahir'in yanına oturup bekliyorum. Bu şekilde üç günü geride bırakıyoruz. Selin'in durumunda hiçbir değişiklik olmuyor. Ben ise hastane ve ofis arasında üç gündür mekik dokuyorum. 4. günün akşamı tekrar hastaneye gitmek için arabaya bindiğimde yine bardaktan boşanır gibi yağmur yağıyor. Dört senedir İstanbul'da yaşamama rağmen bu 3 günde yağan yağmur kadar şiddetli ve sürekli devam eden bir yağmura tanık olmamıştım. Hastaneyegeldiğimde daha henüz asansörden inmişken Mahir'i ve annesini telaşlı hareketlerle yoğun bakımın önünde beklerken görüyorum. 

 -Yeni bir haber mi var? Diye sorarken bir taraftan da ürkek adımlarla yanlarına yanaşıyorum.

 -Bilmiyoruz kızım doktorlar koşarak içeri girdiler. Sanırım kötü bir şey oldu. 

 -Anne lütfen sakin ol. İyi düşünelim iyi olsun. 

 Mahir annesini sakinleştirmeye çalışırken ben de bir köşeye geçip gözlerimi yoğun bakımın kocaman "GİRİLMEZ" yazan kapısına dikiyorum. Sanki dakikalar geçmek bilmiyor. İçeride neler olup bittiğini bilememek beni öldürüyor. Mahir sessizce yanımda ağlıyor. Yüzünde ağladığında dair en ufak bir mimik olmamasına rağmen gözünden peş peşe akan gözyaşları hastanenin soğuk zeminine düşüyor. Kapı açıldığında içeriden çıkan doktor yavaşça yanımıza geliyor. Adımlarının geri geri gitmek istemesinden, son adımına kadar kafasını kaldırıp yüzümüze bakamamasından kötü bir şey olduğunu anlıyorum. Mahir aceleyle ayağa kalkıp doktorun yakasına yapışıyor; 

 -Ne oldu söyle! Kardeşim iyi mi? 

 -Beyefendi lütfen sakin olun. Biz elimizden geleni yaptık. Ama maalesef hasta kanseri yenemedi. Çok üzgün... 

 Doktor cümlesini bitirmeden koridoru feryat çığlıkları dolduruyor. Mahir'in annesi çığlıklarıyla Mahir'in kolları arasına bayılıyor. Olanları elinde iki çayla yanımıza gelirken duyan babası gür sesiyle avazı çıktığı kadar "Selin'im" diyerek bağırıyor. Mahir ise asla durmayan sessiz gözyaşları ile bir taraftan annesini uyandırmaya çalışıyor. Ben ne yapacağımı bilemeden birkaç dakika şok içinde kaldıktan sonra hemşireye bağırıyorum. Mahir'in babasının yanına koşup kolundan destek vererek sandalyeye oturtuyorum. Elindeki çayları bir tarafa kendini bir tarafa savuran adam çok kötü bir hâlde görünüyor. Hemşireler sıra ile ikisini sakinleştirici vurmak için başka bir bölüme götürüyorlar. Ortalık sakinleşince etrafıma bakıyorum ama Mahir'i göremiyorum. Yoğun bakım ünitesinin önüne bakıyorum fakat orada da kimseyi göremiyorum. Kafamda bir sürü kötü ihtimal dolanırken dışarıya koşuyorum. 

Ve işte orada. Hastanenin önündeki bir bankta çaresizce oturmuş, başını ellerinin arasına almış hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Mahir'i böyle çaresiz görmek bu dünyadaki unutamayacağım en kötü manzaralardan biri.

LEKE (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin