Üstümdeki montuma iyice sarılırken apartmandan çıkıyordum. Hava mevsimini belli edercesine soğuk ve yağmurluydu. Babamın arabayı kapının önüne getirmesiyle hemen kapşonumu geçirdim. Su çukurlarına basmamak için sekerek ve hızlı hızlı yürüyerek arabaya ulaştım. Babam arabayı hareket ettirdi ve resmen askeriyeye doğru yol almaya başladık. Ne yapsam da vazgeçirsem diye hâlâ düşünmüyor değildim. Fazla tepki vererek babamın dikkatini de çekmek istemiyordum ama eğer vazgeçiremezsem Bahadır benimle fena dalga geçecekti. Nereden Bahadır oldu ki şimdi? Sanki yıllardır tanıyorum adamı. Hay Allah'ım adamın adı o. Başka ne diyebilirim ki? Bahadır diyeceğim tabi.
-Kızım iyi misin? Sen böyle sessiz kalmazdın. Artık gözün açık falan mı uyuyorsun yoksa?
Babamın sesiyle daldığım düşüncelerden geri çıktım. Ne çok dalmaya başladım ben?
-İyiyim baba. Sadece gitmesek mi diyorum ben. Hem bak okul saati de geliyor nerdeyse direk okula mı geçsek?
-Sen taktın bu gitmemeye. Yalan yok değil mi kızım?
-Yok baba yalan yok. Sadece geçip gitti. Tekrar açmaya gerek yok diye şey ettim ben.
-Bence artık gitmeme konusunu tekrar açmaya gerek yok. Çünkü geldik bile.
Askeriyenin kapısına geldiğimizde nöbetçi asker arabaya yaklaştı ve babamla konuşmaya başladılar.
-Buyur abi?
-Oğlum ben komutanı ziyarete geldim. Bir kaç diyeceğim şeyler var.
-Tamam ben haber vereyim.
Nöbetçi asker içeriye koşarken bende arabanın içinde iyice ezilip büzülmüştüm. Sanki bir yerlerden çıkıcaktı ve o sinir bozucu ukalığıyla bana gülecekti. Babam bana yan gözle bakıp garip bir bakış atmıştı ama çok şükür bir şey dememiş sadece derin bir soluk vermişti.
Nöbetçi asker yine koşarak geri gelirken diğer asker arkadaşına kapıyı açması için işaret verdi. Kapının açılırken biz de arabayla binaya doğru yaklaştık. Babam arabayı durdurup kapısını açarak aşağıya inerken benim hâlâ oturduğumu görünce ters bir şekilde baktı ve ya sabır çekmeye başladı. O bakıştan sonra suratımı asıp oflayarak arabadan indim. Beraberce içeriye yürürken nöbetçi asker de bizi yönlendiriyordu. Saçlarımı önüme siper edip başımı önüme eğdim ve gözlerimi yukarıya kaldırarak babamın peşinden ilerlemeye devam ettim. Yanımızdan bir kaç asker geçiyordu ama içlerinde o yoktu çok şükür. Komutanın kapısına geldiğimizde asker kapıyı tıklattı. İçeriden gelen "Gel!" sesiyle kapıyı açtı ve selam verip bize döndü. İçeriye geçmemiz için eliyle takdim etti. Komutan bizi görünce ayağa kalkıp tokalaşmak için elini uzattı
-Hoşgeldiniz. Ben Yüzbaşı Çetin Kurt.
Tahminen otuzlu yaşların sonundaydı. Esmer, kara kaş, kara göz biriydi ve orta halli bir yakışıklılığı vardı. Kendinden emin duruşu ile buranın horozu olduğunu belli ediyordu.
-Hoşbulduk. Ben de Süleyman Sezgin. İskele de yarım ekmek tarzı bir büfe işletiyorum. Yanımdaki de kızım Zeynep.
-Memnun oldum Süleyman bey. Buyurun oturun şöyle. Asker bize iki çay evladım. İçeriz değil mi Süleyman bey?
-Sağolun komutan bey. Biz çok kalmayacağız.
-Olsun içeriz içeriz. Sen kızım ne istersin?
-Yok teşekkürler sağolun ben almayayım.
-Asker bize iki çay evladım.
-Emredersiniz komutanım!
Nöbetçi asker dışarıya çıkarken babamda yerinde kıpırdanıp şöyle bir boğazını temizleyip söze başladı:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deli Damarı
General FictionBen hiç böylesini görmemiştim. Vurdun... Kanıma girdin... Kabulümsün. Atilla İlhan Dip Not: Bu hikaye 05.05.2015 tarihinde yayınlanmaya başlamıştır.