1. Bölüm: Yangın
*6 Ay 123 Gün Önce*
*Taehyung*
Kim Ülkesi için mutlu zamanlar gelmişti. Bu zamanlarda herkes tatlı bir telaş içerisinde olurdu. Hasat zamanlarında...
Her yetiştirilen ürürünün hasat zamanı birbirinden farklıydı. Şu an sıra buğdayın hasatındaydı.
İşleyiş her zamanki gibiydi. Kadınlar oraklarıyla buğdayları keser, erkekler kesilen buğdayları toplayıp serer, düvenle* ekinlerin taneleri saplarından ayrılır, ayrılan taneler değirmende öğütülür ve depolarda muhafaza edilirdi.
Düvenin başında duruyordum. Bu da tüm çocukların peşimde dolanması demekti. O kadar heyecanlılardı ki...
"Herkes sıraya geçsin, şimdi sizi bölüklere ayıracağım!" diye bağırdım. Hem öğretmenleri olmamın hem de prens olmamın etkisiyle çıtları bile çıkmadan sıraya geçtiler. Onları ağırlıklarını hesaba katarak bir kısmı küçük bir kısmı büyük olacak şekilde beşli, altılı ayırmıştım. Şimdi düvene hangi sırayla bineceklerinin belirlenmesi gerekiyordu.
Hepsi düvene ilk binenlerden olmak için masum bakışlar atıyordu. Aynı bakışı ihtiyaçları geldiğinde derse ara vermem için de atarlardı. Bu hallerine gülmemek için dudaklarımı dişledim. Sıranın önemi yoktu. Nihayetinde hepsi binecekti.
"Ne yapsak ki?" diye düşünür vaziyette, elim çenemde sordum. Gözlerimi kısıp baktım. "Herkes grubundaki kişilerin yaşlarının ortalamasını alsın." dedim. Ortalamayı ilk alan grup ilk binecekti. Ortalamaları küçükten büyüğe ilk sıralayan grup da ikinciydi. Geri kalan da ikinci grubun söylediği küçükten büyüğe sırasına göre binecekti.
Karşılığı olunca bir şeyleri daha kolay yapıyorlardı. Bu fırsatı kaçıramazdım o yüzden.
Bu sırada Sehun'u ve Jongin'i dağılan ekinleri düzene sokması için yanıma çağırtmıştım. Yoruldukça birbirimizle yer değiştirmeyi planlıyordum.
Sıra işi bitince yavaş yavaş işe koyuldum. Ben sığırlarla birlikte yuvarlak çizerken kızak biçimindeki düvenin üstündekilerin şen sesleri kulağıma çalınmaya başlamıştı. O hallerini görmek için ara sıra arkamı dönüyordum.
"Başım dönüyor!" diyip sevinç çığlıkları atan So Hee'yi "Başın döndüyse sıradakiler binsin." diye kandırmaya çalıştım ama daha çok abisi kanmış gibiydi, "Yok, yok prensim. Dönmüyor başı. Değil mi kardeşim?" diye onu dürtükledi. Ben de gülerek işime devam ettim.
Hepsinin üstü başı toz olmuştu. Sabahtan beri hiçbirimizin yüzünden gülüşler eksik olmamıştı. Şarkı söylememi bile istemişlerdi. Ben de onları kırmamıştım. Sığırları Sehun'un hakimiyetine bırakıp onlarla şarkı söylemeye başlamıştım.
Hatta hızımızı alamayıp Sehun'a bile şarkı söyletmiştik. Utangaç herif bize söylerken sesinin güzel olmasına rağmen kıpkırmızı olmuştu. Halbuki daha önce Luhan'a şarkı söylerken yakaladığımda hiç de utangaç görünmüyordu. Jongin yerine Luhan'ı mı çağırsam diye bir düşünmüştüm ama Sehun'la Luhan'a aynı iş verilmezdi. Bir anda sevgi pıtırcığı olup cıvıtıveriyorlardı çünkü.
Jongin çekerken düvene ben de bindim. Çocukken de çok binerdim. Bana her konuda hep öncelik verirlerdi. Anne, babasını kaybetmiş bir çocuk olduğum için özellikle alakadar oluyorlardı zaten, üstüne prens seçildiğim için iyice ilgi odakları olmuştum.
Ülkemizde prens seçilmek için sınava tâbi tutulurduk. Mevcut kral belli yaştaki çocuklara bazı sorular sorar ve cevapları kendince tartardı. Ardından cevaplarını en beğendiği çocuğu prens ilan ederdi. Eğitimine ayrı özen gösterirdi. Ülkeyi nasıl yönetmesi gerektiğine dair nasihatlerde bulunurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The King Invincible | Taekook
FanfictionKral Jungkook eli çenesinde bir süredir sehpasının üzerindeki haritaya bakıyordu. Aslında dikkatli bakıldığında gözünün tek bir yerde takılı kaldığı anlaşılıyordu. Kesinlikle haritadaki küçük ve yeşil renkle işaretlenen yere bakıyordu: Kim Ülkesine...