26. Bölüm: "Benim en büyük cezam..."
Leğen kemiğimin tam üstünde duran eli kıpırdanışımla orayı daha sıkı tutmaya başlamıştı. Yüzlerimiz bir karış uzaklıktaydı. Bu yüzden gözlerim uykudan kolayca sıyrılmıştı.
Güneş doğmuştu. Onu kaldırmam mı gerekirdi, bilememiştim. Ancak şu anki duruşumuz hoşuma gitmişti. Sağ eli yastığın altında sol eli leğen kemiğimin üzerindeydi. Benimse iki elim de çenemin altındaydı. Onu izliyordum.
Şimdi izlemek ne kadar da kolaydı. Gece üzerime örtü örtüp su kaynattığında ve yarı uyur vaziyette olan beni banyoya kucağında taşıdığında ona bakamamıştım. Örtüyü örttüğünde uyuyacağımızı sanıp hemen uyumak için pozisyon almıştım. Banyoya taşındıktan sonra benim için suyu ılıştırıp temizlemeye çalışırken uykum bir nebze de olsa açılmıştı. Kısık gözlerle ona baktığımda gözlerimi öpmüştü ve yine mayışmıştım. Utanç duymam gerekirken daha çok sarılmıştım ona. Aslında boynuna saklanmıştım.
Omzumdan aşağı dökülen sular onu da ıslatırken tası tutmayan eliyle belimden kavramıştı. Benim zaman zaman uyuyup zaman zaman ayılıp, utanıp uyuyor gibi yapmaya devam etmelerime karşın minik öpüşleriyle birlikte temizleyip paklamıştı beni.
Dolaplarımı karıştırarak kremlerimi bulup geri döndüğünde yine gözümü kapatmıştım. Bu işi sessiz yapmaya çalıştığını sanmıştı ama çok gürültü çıkarmıştı. Parmakları arka tarafımı kremlerken gözümü açmıştım sızlanmayla ve hemen dudaklarını dudaklarıma kapatmıştı.
Beni ne zaman giydirdiğini ise hatırlamıyordum. Kendisinin de benim de altımda içliklerimiz vardı şu an sadece. Üst gövdesinin çıplaklığını sevmiştim. Üzerimizde örtü olmasına rağmen açıkta kalan kısmıyla bile dudak ısırtan cinsten bir vücudu vardı. Fakat cüssesine tezat bir ifadeyle uyuyordu. Ağzı ayrıktı ve ön dişleri sevimli görünüyordu. Uyandırıp uyandırmamak arasında gidip geliyordum. Bu ifadeyi hem bozmak hem de daha çok izlemek istiyordum.
Dayanamadım. Saçımdan bir tutam alıp gözünün altına doğru sürdüm. Kirpikleri ufacık titredi ancak başka bir değişim olmadı. Büyük bir dikkatle fırça gibi kullandığım saçımı burnunun ucuna doğru getirdim. Yüzü buruştu. Ayrık ağzı dudaklarını yaladıktan sonra kapandı bir anda. Saçımı geri çekip uyanıp uyanmayacağını bekledim.
Hem komandonun uykusu böyle derin mi olurmuş?!
Soğuk ayaklarımı ayaklarına doğru sürtünce ayakları hızla geri çekildi. Pes etmeden geri çektiği ayaklarına yeniden ulaştım. Gülmemek için kendimi sıkıyordum. Bacağını bacaklarımın üstüne atıp hareketimi kısıtladı ve sonra ayaklarını kendi sürttü.
"Ma... Jungkook..." diye fısıldadım. Ancak bu sefer tüyü bile oynamadı. Ben de fırsattan istifade etmeye karar verdim. Uyanmamışsa bu anı bozmamalıydım.
Yüzünü incelemeye devam ettim. Sonra elimi yaklaştırdım yüzüne yavaş yavaş. İkiye ayrılmasına rağmen hepsi yattığı tarafa doğru meyletmiş saçlarını birbirinden ayırdım. Alnı tamamen ortaya çıktı. Usulca alnından çektiğim saçlarını sevdim. İşaret parmağımı alnında dolaştırdım. Oraya çizen benmişim gibi biçimli kaşının üstünden gittim. Son rötuşları yapmak için baş parmağımla da taradım. Kaşı bile yakışıklıydı. Bu duruma kaşlarımı çatıp burnuna hızlı bir çizik çektim. Onun da burnunda beni vardı. Sırıttım bu yüzden.
Usul usul yumuşak yanağını okşayıp yanağındaki yara izini parmaklarımla incelemeye başladım. Elimi çekip izin üzerine onu uyandırmayacak, gerçi onu hiçbir şeyin uyandıramayacağını düşünüyordum artık, minik bir öpücük koydum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The King Invincible | Taekook
FanfictionKral Jungkook eli çenesinde bir süredir sehpasının üzerindeki haritaya bakıyordu. Aslında dikkatli bakıldığında gözünün tek bir yerde takılı kaldığı anlaşılıyordu. Kesinlikle haritadaki küçük ve yeşil renkle işaretlenen yere bakıyordu: Kim Ülkesine...