17. Bölüm: "İnançlar kalpten gelir."

290 37 90
                                    

17. Bölüm: "İnançlar kalpten gelir."

Mahsun yüzüne kanarak hata etmiştim. Eğitime başlayalı birkaç hafta olmasına rağmen pestilim çıkmıştı. Beni ilk gün saatlerce koşturup bir sürü taşıma işleri yaptırmıştı. Koşu da taşıma işleri de anormaldi. Çünkü turları ağaçların arasında atıyordum.

Arasından geçmemi istediği ağaçları bile önce belirleyip aklımda tutup tutamadığıma bakıyordu. Zira bir asker çevik olduğu kadar zeki olmalıymış! Bu da meşhur lafıydı.

Nefeslerimi kontrol edip doğru almamı söylüyordu. Bağdaş kurup, oturtup gözlerimi kapatarak sadece nefesime odaklanmamı söylediği zamanlar olmuştu. Kendisi de benimle birlikte oturup bana eşlik ediyordu. Nefes almanın bile doğrusunu öğrenmek için kendi nefeslerimden çok onun nefeslerini dinliyordum. Bu ağaçların arasında böyle nefes alan birinde zerre sinir kalmaması lazımdı ama ne ben ona öfkelenmekten vazgeçebiliyordum ne de o herkese öfkelenmekten vazgeçiyordu.

Kalp atışlarım da nefeslerim gibi onun kontrolündeydi. Koşup geldiğimde elini bileğime atıp nabzımı sayıyordu. Sonra yeni bir tur ve yeni bir tur... Yorulduğuma kanaat getirene kadar koşturuyordu. İkna olsun diye yanına gitmeden önce son hızımla koşuyordum.

Taşımada iyiydim. Çünkü kendi memleketimde de bolca taşıma işi yapardım. Kol kaslarıma güvenim tamdı. Fakat hünerimi göstermek zararıma olmuştu. Çünkü taşımada yetenekli olduğumu gösterdiğim için taşıdıklarımı götürürken geçeğim yollara engeller koymuştu. Nehirden su doldurup suyu dökmeden yola koyduğu taşları geçmem gerekiyordu.

O gelmeden önce yapmaya başlamıştım artık ısınmayı. Bunlar yalnızca ısınmaydı ve bunlarla vakit kaybetmek istemiyordu. Bana bir süre öğretmiş, öğrendiğimden emin olduktan sonra bunları artık o olmadan her gün yapmamı söylemişti. Bana birtakım el hareketleri göstermişti. Onları da tekrarlamamı istiyordu. Bazen ellerimden tutup bizzat istediği şekle sokuyordu.

Gün içinde meşgul olduğu için müsait olduğu zamana göre bazı günler geceleri bazı günler sabahları geleceğini söylemişti lakin böyle dese de henüz hiç gece gelmemişti. Tanıştığımız gün olduğu gibi hep güneşle birlikte geliyordu.

İstediğim vakit kışlaya gidip Jimin'le görüşebilirmişim. Arkadaşlığımızdan memnunmuş. Bunu dediğinde gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutmuştum. Yine de verdiği icazet sayesinde canım sıkıldıkça aşındırıyordum Jimin'le Baekhyun'un kapısını.

Dışarıdaydık ve onun istediği biçimde asker selamı verebilmiştim. Selamı gerçekten de önemsemeden yerde bir şeyler aranmaya başladı ve eline aldığı uzun çubuğu bana doğru fırlattı. Havada yakaladığım çubuğu gösterip "Bununla geniş bir daire çiz." dedi.

Toprağın ortasında bir yerde durdum. Sonra çevremde dönerek kusursuz bir çember çizdim. "İyi, en azından geometriden anlıyorsun."

"Evet, daire değil; çember çizdiğimin de farkındayım mesela."

"Öğretmenine saygısızlık etmiyordun hani?"

Dayanamıyordum ki! Normalde ne derse yapıyordum. Öğretmen Jungkook'un lafını iki etmiyordum. Çünkü bana istemesem de bir şeyler öğrettiği için ona saygı duyuyordum. Bunu kendisine de söylemiştim. Öğretmenken de beni sinirlendirmesine rağmen neden bu kadar uysal olduğumu merak etmişti çünkü. Kral kisvesiyle geldiğindeyse olduğum halime dönüyordum, onu iğnelemeye başlıyordum.

"Bağışlayın, majesteleri."

Bu dediğime sadece gülmüştü. Sertken kaya gibi yumuşakken pamuk gibi oluyordu. Son zamanlarda öğretmen hali sert, kral hali yumuşaktı ama şimdi de gülmüştü.

The King Invincible | Taekook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin