33. Bölüm: Casus

163 22 55
                                    

33. Bölüm: Casus

Birbirine çarptığımız tahta kılıçların sesi dolduruyordu kulübenin içini. Seokjin gideli oluyordu ve yine erken olmasına rağmen çekinmeden bana en azından kendimi savunacak kadar kılıç tutmayı öğretmesini istemiştim.

Bu sefer ben demeden kabul edecekti neredeyse. Tonla hareket gösteriyordu kaç gündür. Nefes nefese kalmıştım. Soğuk havaya karşın incecik giyinmiştik ve ikimiz de yıkanmış gibi görünüyorduk.

Kara saçları yaşken daha da güzel görünüyordu. Ara sıra görüntüsü dikkatimi dağıttığından kılıcı tutuşum bozuluyordu. Bazen de bilerek yanlış tutuyordum arkama geçip göstermesi için. Lakin artık bunu yapmayı bırakmıştım. Zira çok terlemiştim ve ona kötü kokmamak için geriye gidiyordum.

Son yaptığı hamleye karşılık kılıcı yan tuttum. Bir elim kılıcın keskin ucunda diğeri kabzadaydı.

"Düşündüğün hareket makul ancak tutuşun yanlış yine. Düşmana bırakmadan kendi kılıcınla kendini kesiyorsun. Gerçek bir kılıcı böyle tutarsan elini keser."

Elimle keskin ucu tamamen sıkmıştım. Ucun keskin olmayan tarafına yaslanmam gerekiyordu. Avcumu açtım. "Darbeleriniz çok sert majesteleri, böyle yapmadan karşı koyamıyorum."

"Asker! O zaman kendini güçlendirecek idmanlar yapman gerek demek, değil mi?"

"Evet, majesteleri." diyerek baş eğdim.

Acımasız bir komutana dönüşüyordu git gide. Kılıç çalıştığımız zamanlar çok daha ciddi oluyordu.

Yeniden hareketlendim. Ancak üstüme gelince geri geri gitmeye başladım. "Kaçma! Düşmanını yakın tut. Aksi halde onu nasıl öldüreceksin?"

Yanına yaklaşınca "Ayak!" dedi ve aynı hızla ayağımı çekip kılıcımı bacaklarıma doğru yaklaştırdığı kılıcına vurdum. Küçücük bir "Aferin." diyip kılıcı yukarı mı aşağı mı tutmam gerektiğini gösterip durdu ve hareketlere yetişmekte yine zorlandım.

"Hayati noktalara!" diyip hamlemi beklemeden devam etti. "Şah damarımı hedef al!" Kılıçlarımız göğsümüzün hizasında çarpışmıştı ve ikisi birleşikken bir ona bir de bana doğru geliyordu. Kılıçlar bana doğru yaklaştığında başımı geriye eğiyordum.

Benden daha saldırgandı. Beni tam yeneceği anda kılıç tutmayan elinin bileğini tuttum ve normal dövüşle kılıçla dövüşü birbirine karıştırdım. Başta şaşırsa da sonra toparlanmıştı ve yaptığımın hoşuna gittiğini belli eder şekilde sırıtmıştı bir anlığına.

Kılıç olmayan elimi sürekli vücuduna yönlendiriyordum ve aynadan bana bakıp "Doğru, engelle!" diye bağırıp kendi yaptığı hamleyi engelletti.

Yeniden yaklaştığında yönlendirme yapmadı ve kılıcından zor kaçtım. Kaşını kaldırınca yaklaşmam gerektiğini hatırlayıp yeniden gittim ve onun hamlesini ona döndürüp kolundan tutarken yüz üstü yere yatmasını sağladım.

Yüzünü bana dönüp yerde yatmaya devam etti. Gururlu bakışlarla yerde yatan bedenine doğru kılıcı doğrulttum. İkimizin de göğsü sık nefeslerle şişiyordu. Nefeslerimi düzene koyamamışken konuştum.

"Sizi mağlup ettim."

Kılıcı elinden bıraktı. "Beni mağlup ettin."

Gülümsemem genişlerken ayaklarını ayaklarıma takıp beni yavaşça yere düşürüp başını bana çevirdi. "Ancak gerçekten yenmek için rakibinin soluğunu tamamen kestiğinden emin olmalısın."

Yattığı yerde üstüne çıktım ve yanaklarını tutup dudaklarına kapandım. Terim soğumaya başlarken nefeslerimizin karıştığı yerler soba gibi yanıyordu. Sakin bir öpücük değildi ancak zaten nefes nefese olduğumuz için kısa sürmüştü.

The King Invincible | Taekook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin