12. Bölüm: Kırmızı Kutudaki Hediye
Geldiğimden beri sarayda ivedilikle hazırlık yapılıyordu. Ordu yardım için saraya gidiyordu. Benimse bir şeyleri sormak niyeyse yeni aklıma geliyordu.
Kavrayışım kıtmış gibi Jimin'in dediğine karşılık donup kalmıştım. Ülkemi yakmalarını kutlayacaklardı... Asıl yanan bendim, haberim yoktu. Hem ülkem yanmıştı hem memleketimden kopmuştum hem de ülkemi yakanların eğlenecekleri yeri hazırlıyordum.
Ben dün almamıştım cezayı, asıl cezam bugündü.
Yaptığım işe kendimi veremiyordum. Tenteyi oraya buraya çekiştirip duruyordum. Jimin yanımda diye mi kızmıyorlardı, bilmiyordum. İşi uzatmalarına sebep olmuştum.
Belki de mutluluklarından beni görmüyorlardı. Herkes işini çok mutlu yapıyordu. Benim ülkemde de her yıl baharın gelişini kutlardık ve buradakilerin yüz ifadeleri bizim nevruz hazırlığı yaparkenki yüz ifadelerimizi andırıyordu.
Tek mutsuz bendim.
Jimin beni kontrol edip duruyordu. Baekhyun ordudakiler beni rahatsız ederse onlara karşı kullanabileceğim dedikodularını anlatmaya çalışıyordu. Ancak benim konuşmak ya da dinlemek için hevesim yoktu. Konuşmayalım diye onlardan uzağa gidiyordum, yönümü onlardan terse dönüyordum.
Jimin halime dayanamayıp "Sen çok yorulmuşsun." diye beni dinlenmem için göndermeye çalıştı. Komutan kızar diye gitmek istemedim. Baekhyun ikna kabiliyetini kullanarak hemen gitmeye razı etti beni ama. "Komutan kışlada olduğuna göre gitmende bir mahzur yok."
~~~
Sarayın bahçesinde gaibe karışmaya çalışıyordum lakin girişimlerim o kadar başarısız olmuştu ki yalnız kalabileceğim bir köşe gördüğümde içimden 'oh' çektim. Jimin'le Baekhyun'un yanından ayrılmasaydım keşke diye düşünecektim artık neredeyse. Ancak kimseyi görmemek için verdiğim çabalarım her zamanki gibi boşa çıktı.
Gökten bir kız çocuğu düştü.
Gerçekten dayandığım duvarın üstünden elbisesine aldırmadan altı, bilemedin yedi yaşlarında sevimli bir kız çocuğu atladı. Bazı parçaları örülmüş saçları beline kadar iniyordu.
İkimizin de birbirini görür görmez ödü patladı. Küçük kız baş parmağıyla damağını kaldırıp beni tek kaşı havada süzmeye başladı. Sonra vücudumun arka tarafına doğru eğilip saçıma baktı. Bu sarayda çocuklar bile normal değildi.
"Asker misiniz?"
"Evet." dedim kararsız bir sesle. Sanki bu çocuk bir iksir içip küçülmüştü, normal hali bu değildi. Bakışları çok dikti.
"Hım." diyip Kral Jungkook'un düşünürken yaptığı gibi elini çenesine attı. "Daha önce uzun saçlı asker görmemiştim. Saçlarınız açıkken nereye geliyor?" Sırrımı sorar gibi ciddiydi. Onun gibi ciddiyetimi takındım ben de. "Kürek kemiğimin bitişine kadar geliyor. Şuraya kadar." diyip yan dönerek elimle sırtımın o kısmını gösterdim. Şimdi de başını onaylar şekilde aşağı yukarı sallamıştı.
Tam yeni bir şey diyecekken "Prensesim!" diye bağırılmasıyla arkama saklandı. Kral Jungkook'un kızı...
O dik bakışlardan anlamam gerekiyordu. Tevekkeli benzetmemiştim ona. Gözleri babasınınkilerin aynısıydı.
"Beni saklar mısınız?" diyince "Kimden?" diye sordum. "Soru sormayın, ne olur." diye yerinde kıvrandı.
"Prensesim!" Bağıran ses yaklaşmıştı. "Vakit yok! Emrediyorum, saklayın beni!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The King Invincible | Taekook
FanficKral Jungkook eli çenesinde bir süredir sehpasının üzerindeki haritaya bakıyordu. Aslında dikkatli bakıldığında gözünün tek bir yerde takılı kaldığı anlaşılıyordu. Kesinlikle haritadaki küçük ve yeşil renkle işaretlenen yere bakıyordu: Kim Ülkesine...