3. FELAKET.

140 11 4
                                    

02.00:

Ölümüme son sürat giden o arabanın içindeydim, içimdeki endişe bedenime telaş olarak yansıyordu.
Ve ben buna engel olamıyordum.

Korkudan yutkunmakta zorluk çeker bir haldeydim, arabanın içinde benim haricimde takım elbiseli 2 adam daha vardı, ikisinin de belinde olan silahlarla göz göze geldiğimde içimdeki korku daha da büyümeye başladı.

Şuanda nasıl bir tehlikenin içinde olduğumun farkında olmak, hiçbir zaman yaşamadığım bir ürperti hissi yaşatıyordu.

Arabanın camından yolu seçmeye çalışıyordum fakat hava o kadar karanlıktı ki yolu dahi göremiyordum.

Etrafı aydınlatan bir tek arabanın farlarıydı ama o da yolu anlayabilmem için pek bir fayda sağlamıyordu.

Araba durdu, sırtımdan itilerek arabadan hızlı bir şekilde indirildim.
Sırtımın acısıyla ağzımdan çıkan acı dolu sesleri engellemeye çalışırken acımın üzerine bir acı daha eklendi.

Sırtımdan yine iteklenerek bedenim yürütülmeye devam edildi, ne kadar çığlık atsam da, ellerinden kurtulmak için ne kadar kıvransam da bir fayda etmedi.
Ağzım kapatıldı, ses çıkartmam engellendi.

Kulaklarıma bir demir kapının açılma sesi geldiğinde, sırtımdaki baskı daha da arttı ve o baskının getirdiği iteklenmenin beraberinde deponun içine savruldum.

Gözümdeki öfkeyle bağırmak için dudaklarımı araladığımda, siyah eldivenlerin kadrajıma girmesiyle beraber araladığım dudaklarımı geri kapatmam bir oldu.

Siyah eldivenler bileğimi sert bir şekilde kavradığında bu sefer de bileğimin acısından istemsiz bir şekilde dudaklarımı ısırıp kanatmaya başladım.

Sanki bir insan değilmişim gibi çok sert hareketlerle bir oraya bir buraya itekleniyordum.
Sırtımın acısını daha yeni yeni sindirirken, bu sefer ise sindirmeye çalıştığım acı, bileğimin acısıydı.

Hızlı ve kuvvetli bir kaç hareketle bir sandalyeye oturtturuldum.
İçerisi de pek aydınlık değildi, etrafı ve karşımdaki o yüzü yine seçemiyordum.
Kartlarını her zaman açık oynamayı tercih ediyordu fakat ben hâlâ yüzünü tam anlamıyla çözemiyordum.

Kulağıma bir sandalyenin yavaş yavaş yerde sürütülme sesi geldiğinde, tam karşıma bir sandalyenin daha çekildiğini fark ettim.

Kadrajıma karanlıkta seçmek için gözlerimi zorladığım o tanıdık yüz girdiğinde, karşıma çekilen sandalyeye oturduğunu anlamıştım.

"Benden sonraki 24 saatte umarım mantıklı tercihler vermişsindir, aksine kafanı dağıtmak hiç istemem."

Korkularımın esiri olan o sesi yine duyduğumda bedenimi istemsiz olarak dikleştirdim.

Bu karanlığın içinde kulaklarıma ulaşan ikinci ses ise bir silahın sürgüsünün çekilme sesi oldu.

O sürgü çekildi ve ben bu odanın içine ruhumu hapsettim.
Korkularımı, ürpertilerimi, şuanda ruhumun en derinliklerinde yaşıyor olduğumu anlayabiliyordum.

Korkularımın esiri olan o ses yine konuştu, "Bu zamana kadar da hiç ıskalamadım."

İçimdeki gerginlikten tırnaklarımı avcumun içine geçirdim, ağzımı açıp konuşacak gücü kendimde bulamıyordum, hareket mekanizmamı bir kez daha yok etmiş gibiydi.

Kafamın içinde bir kaç dakika geçirdikten sonra dudaklarımın arasından çıkan tek cümle "Sen kimsin?" sorusu oldu.

Fakat bu soruya herhangi bir cevap vermedi, sorduğum soru cevapsız bir soru haline geldiğinde dudaklarımı birbirine bastırarak susmaya devam ettim.

GERÇEĞİN ARDINDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin