1. İNSANOĞLU.

425 16 9
                                    

♟️

"Sen yanmasan, ben yanmasam, biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa." - Nazım Hikmet.

İnsanoğlu ne kadar da acayipti, hayatları boyunca ölmeyi dilerken ölümle burun buruna kalınca yaşamak için direnecek kadar acayipti.

İnsanoğlu ne kadar da acayipti, hatta kendi canlarını bir uçurumla eş değer görebilecek kadar acayipti.

Ve ben o insanoğlundan olduğumu 20. yaşımda öğrendim, ne kadar acayip olduğumun 20. yaş doğum günümde farkına vardım.

İçinde farklı farklı hayatlar, farklı farklı acılar barındıran 'ölüm' kavramını 11 yaşında küçücük bir kız çocuğuyken dilemeye başlamamla,20 yaşımda ölümle burun buruna gelmemle yaşamak için direndiğimde kendi canımın da bir namluyla eş değer olduğunu öğrendim.

1 gün öncesi...

Hava artık kararmaya başlıyordu.
Soğuk havanın etkisi bir rüzgâr olarak yüzüme çarpmaya başladığında rüzgârdan kısılan gözlerime engel olamıyordum.

Boş sokaklardan hızlı hızlı geçerken, geçtiğim sokaklardaki tek ses ayağımdaki topuklu ayakkabılarken yine de hızlı adımlarımla bu sokakları geçmeye devam ediyordum.

Soğuk hava artık fazlasıyla bedenimi üşütmeye başlamıştı ve ben bu soğuk havaya dayanamadığımdan elimde duran siyah paltomu hızlı bir şekilde üstüme attım.

Bu sessiz sokaklara telefonumun çalmasıyla topuklu ayakkabılarımın haricinde başka bir ses daha eklendiğinde hızla telefonumu paltomun cebinden çıkarttım.

Soğuktan uyuşan ve kızaran ellerimle telefon aramasını onaylayıp telefonu kulağıma dayadığımda ilk duyduğum ses Enes'in tok sesinden çıkan "Neredesin?" sorusu oldu.

"Geliyorum Enes, az kaldı."

Enes'in "Tamamdır." dediğini duyduktan sonra telefon aramasını kapatıp, telefonumu yeniden paltomun cebine attım.
Ve hiç durmadan daha da hızlı adımlarla yürümeye devam ettim.

Bugün takvimler 12 Eylül'ü gösteriyordu, bugün ben tam 20 yaşıma basıyordum.

Ve şuanda iş arkadaşlarımın bir kaç günden kendi aralarında planladıkları, bana da 11 Eylül'de söyledikleri doğum günü partisi için Enes'in evine gidiyordum.

Enes'in evine giden son sokağı da döndüğümde önüme gelen saçlarımı düzelterek boş sokaklarda sadece topuklularımın sesini dinleyerek yürümeye devam ediyordum.
Ta ki, topuklularıma başka bir ayakkabı sesi daha eklenene kadar.
Aniden bileğimden tutulup kuvvetli bir bedene çarpmam ve ağzımın bir çift siyah eldiven tarafından kapatılması bir olduğunda daha ne olduğuna anlam veremeden anlık bir telaşla çığlık atmaya çalıştım.

Ama ağzımı kapatan el çığlık atmak bir yana kalsın, ses çıkartmamı dahi engelliyordu.
Çırpınmaya, kaçmaya çalışıyordum ama karşımdaki kişinin bedeninin kuvvetinden dolayı bedenimi dahi hareket ettiremiyordum.

Sokak lambasının yansımasından karşımdaki kişinin kim olduğunu seçmeye çalışıyordum fakat anlayamıyordum.

Yüzünde herhangi bir maske yoktu, yüzünü gizlemek için taktığı herhangi bir şey yoktu.

Ağzımdaki eli nefes almamı bile zorlaştırdığında, içime dolan tek korku öleceğimin korkusuydu.

"Elimi çekeceğim ve sen bağırmayacaksın, tamam mı?"

GERÇEĞİN ARDINDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin