o n a l t ı !

343 53 48
                                    

Merdivenlerden çıkarken beni desteklemeyi bir saniyeliğine olsun bırakmadı. Her an güçten düşebilirmişim gibi davranıyordu. Çatıya çıktık, her zamanki yerimize, daha doğrusu, yerime oturduk. Yerimiz diyebilmem için Niki'nin de aynı şekilde düşünmesi gerekiyordu.

Dizlerimi kendime çekip kafamı kollarıma gömdüm. Çok fazla düşünce vardı kafamda, çok fazla çöp, gereksiz duygu. Duygularını öldürdüğünü söyleyen biriydim, hislerimse bunu yalanlıyordu. Neydi bu sinir? Bu üzüntü neydi, ben duygularımı öldürdüysem?

Gözlerim dolunca düşünmeyi durdurmaya karar verdim. Beynimi bulanıklaştırdım, havadaki oksijeni düşünmeye başladım. Üstümde hissettiğim gözleri bir süredir görmezden geliyordum ama kendi düşüncelerimin içinde kaybolmak yerine gerçek dünyaya dönmeye karar verdiğim için dayanılmaz hale gelmişti.

Niki'ye döndüm bıkmış bir nefes vererek.

"Ne var, ne oldu?"

Hiçbir şey demeden bakmaya devam etti. Bakışlarımız rahatsız edecek kadar derinleşince gözlerimi kaçırdım ki, bu on saniye gibi kısa bir süre içinde olmuştu.

Niki'de beni ürperten bir şeyler vardı. Her zaman olmuştu, ama özellikle son zamanlarda daha çok hissettiriyordu kendini bu ürperti, daha çok sokuyordu beni korkunun karanlığına, ışıksız bırakıyordu.

En yakın arkadaşlarımdan birini arkadaş olarak göremiyordum.

İç çekti. Keskin, derin ve dertli bir iç çekişti bu. Tekrar ona döndüm. Bu sefer gözleri üstümde değildi.

"Neden kabul ettin bunu? Annene istediğin zaman pekala karşı çıkabiliyorsun."

Sessiz kaldım. Devam etti.

"Başta bizi cezalandırmak istediğin için böyle yaptığını düşündüm, birkaç gün sonra döneriz diye düşünmüştüm. Bu annenin ilk pahalı şımarıklığı değil sonuçta, senin de öyle. Ama şu an... Jungwon da ben de anlam veremiyoruz. Neden, Sunoo?"

Anlatmak istemiyordum.

O yüzden ayaklanıp oradan ayrıldım.

Peşimden gelen de olmadı.

Günün geri kalanında herkesin bildiği, normal Sun gibi davrandım. Kimse fark etmemişti. Çıkışta herkesin dans kulübüne gitmesi gerektiği için yalnız kalacaktım, o zaman serbest bırakacaktım kendimi.

Çantamı toplayıp önden çıkacağımı söyledikten sonra hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Henüz kapıya varmamıştım ki kolumdan tutuldum.

Park Sunghoon.

"Neyin var? Kendinde değil gibiydin bugün."

Asık suratıma zorla bir gülümseme kondurdum.

"Normalim, ne oldu ki? Bugün buz pateni pratiğin vardı, yorulmuşsundur. İyi dinlenmeler."

Kolumu kurtarıp kaçacaktım ki tekrar tutuldum. Oflayarak arkamı döndüğümde karşılaştığım ciddi bakışlar yutkunmama sebep olmuştu. Dudaklarımı birbirine bastırdım.

Ciddi bir Sunghoon son derece korkutucu olabiliyordu.

Daha sonra, onun zoruyla çocuklarla oturduğumuz o mekana geldik. Kuytu köşedeki iki kişilik masaya oturttu bizi, siparişlerimizi verene kadar da konuşmadı.

Limonatamdan bir yudum alır almaz Sunghoon konuşmaya başladı.

"Dökülüyor musun, ben mi dökeyim?"

Tek kaşımı kaldırdım.

"Nasıl dökecekmişsin?"

Elini kaldırdı. Otomatik tepki olarak gözlerimi kapatıp kendimi sakındım, vuracak sanmıştım.

bad idea, sunki ✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin