30- sevgili jungkook

201 26 79
                                    

Otuzuncu bölümün şerefine bol bol gözyaşı.. (´༎ຶ ͜ʖ ༎ຶ) 
Bugünki üçüncü bölüm olduğu için muhtemelen yarın bölüm atmam çünkü yarın bu saatte sıradan insanların yaptığı gibi uyuyor olmayı planlıyorum 👍

Yorumlarınızı eksik etmeyin,
Keyifli okumalar!

-

"Bana bir daha bunlarla gelme!"

Bağırmamın üzerine bana dosyayı getiren çalışan başını eğdi ve,  "P- peki efendim, tekrardan özür dilerim." diyerek önümdeki dosyayı aldı. Odadan hızlıca çıktığında adeta burnumdan soluyordum.

On yedi yaşında biri, mekana üye olmak için gerekli formları doldurmuştu, bu tür işlerde üye olmak isteyen kişi tüm gereken şeyleri hallettiğinde kişinin dosyası en son yöneticilere gider ve kabul edilmesi durumunda üye olarak mekana girebilirdi. Kabul etmezse de üye olamıyordu.
Ben ise bugün dördüncü kez birisinin dosyasını reddetmiştim. Mekan henüz yeni olduğu için -açılalı yaklaşık dokuz ay oluyordu- sürekli olarak birileri üye kaydı yaptırmaya çalışıyordu. Çocuklar da dahil! Bende çocukken kayıt yaptırmıştım ve kumar, bela dışında bir şey getirmiyordu. Kendi hayatımı mahvetmiştim, başkalarınınkini de mahvetmek istemiyordum.

Ben ise neredeyse iki aydır İngiltere'deydim. Jungkook'u bıraktığım gün üzerinden üç ay geçmişti. Seokjin'den de pek haber gelmiyordu onunla ilgili. Her gün uyumadan önce yüzünü düşlersem anca rüyamda görebiliyordum onu. Onsuz geçirdiğim bir gece bile yoktu.

Elimde mutlu olacak metaryel olmadığından sürekli asabi olma durumum tüm şirkete yansıyordu, koridorda beni görenler otomatik olarak hazır ol pozisyonuna geçiyor ve nefesini tutuyordu. Bundan övündüğümden değil ama tam anlamıyla bir kaos makinesiydim, günlerim çalışanlara bağırıp çağırmakla geçiyordu.

Bunda elbette bir kumar masasına en son üç ay önce oturmamın etkisi de vardı, bağımlı olmasam da sürekli bir oyuncuydum. Yıllardır o oyunlardan ilk kez bu kadar uzun bir süre uzak kalıyordum. Tüm bunlar birleşince sürekli olarak stresli ve kaba bir adam ortaya çıkmıştı. Benim yüzümden ağlayan çalışanlar yüzünden lavaboların sürekli dolu olduğunu duymuştum, en ufak bağırdığımda hemen ağlamaları benim korkutucu olduğumu değil onların çit kırıldım olduğunu gösteriyordu.

Buradaki Le Maschere ve Kore'deki arasında farklar çoktu. Mesela burada yöneticilerin kimliği gün gibi ortadaydı, mekanda insanlar aralarında bahsederken direkt bize isimlerimizle hitap ediyorlardı hatta. Seokjin'in dediğine göre ismim çoktan mekanda yayılmıştı, acımasızlığımdan dolayı kendisinden daha ünlü olmamı kaldıramıyordu. Herkes 'Min Yoongi ve zulmünden' bahsediyordu. Madem beni zorla buraya kapatmıştı, sevgi topu olmamı bekleyemezdi.

Henüz o yönettiğim mekana inmeye fırsatım olmamış olsa da en kısa zamanda bir maske takıp aralarına karışmalı ve birkaç el oynamalıydım. Yoksa kafayı yiyecek gibi hissediyordum, Kore'deki gibi bir ortam olur muydu emin değildim ama bildiğim kadarıyla buradaki oyuncular çok daha deneyimliydi.

Şirket binası ile mekan şehrin iki ayrı ucundaydı, şirket sadece mekanın evrak işlerini vesaire halletmek için vardı. Haliyle burada kafamı kağıtlar ve bilgisayar ekranından kaldırmadığım için patlayacak gibi hissediyordum.

Kapım tıklatıldığında başımı önümdeki dosyadan kaldırmadan "Gel." dedim.

Kapı açıldıktan sonra adım sesleri masamın önünde durana kadar bekledim.

"Bay Min, istediğiniz kayıtları getirdim efendim." dediğini duydum bir kadının.

Tam başımı kaldıracakken kadının sesinin kime ait olduğunu hatırladım ve ayağa hızla kalktım. Kadın bana ifadesiz bir yüzle bakıyordu.

Scarlett Blue | Yoonkook. Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin