"Abla."
"Sen de kimsin?" dedim elimi kurtarmaya çalışırken.
Başını iki yana salladı, bir şeyleri çözmek ister gibi yüzümde gezindi bakışları. "Asıl sen kimsin ve ablamın evinde ne yapıyorsun?" dedi sonunda.
Ablam mı dedi? Bu adam annemin kardeşi miydi? "Burası annemin evi." dedim korkarak. Beni kabul eder miydi?
Gözlerinde çakan şimşeklere anlam veremedim. "Annen kim senin?" dedi kabullenmek istemeyerek.
"Nazan Günay." dedim. Bir dakika. Onlar Günay soyadını bilmiyor ki. "Karadoğan, her neyse işte." diye düzelttim.
Bileklerimi serbest bıraktı. Gözlerimin içine baktı. Gözleri gülüyordu resmen. "Sen ablamın kızı mısın?" diye sordu. Gözleri mi dolmuştu? Başımı yavaşça aşağı yukarı salladım. Bir anda beni kendisine çekip sarılmasıyla neye uğradığımı şaşırdım. Öyle sıkı sarılmıştı ki sanki kırk yıldır tanıyordu.
Titreyen ellerimi beline doladım. Bir süre beni göğsüne bastırıp saçlarıma öpücükler kondurdu.
Yavaşça bedeninden ayrılıp dolu gözlerine bakarak gülümsedim. İlk defa bir akrabamla tanışmıştım. Onu incelemeye başladım. Otuzlarının ortasında duruyordu. Upuzun boyu, kalıplı bir vücudu, kemikli bir yüzü vardı. Oldukça yakışıklı görünüyordu. Ben onu incelerken onun da beni incelediğini fark ettim. Annemden aldığım kumral, dalgalı saçlarımda oyalandı bakışları, annem gibi yuvarlak olan çeneme baktı, anneme benzeyen yüzümü inceledi uzun süre. En son annemin kahvelerine tamamen zıt olan yeşil gözlerime sabitledi bakışlarını.
"Annen, o nerde?" dedi.
Gözlerime yaşlar hücum ederken dengem sarsıldı bir an. Hemen belimden tutup beni koltuğa yöneltti. Sorarcasına bakmaya başladı.
"Depremde..." dedim ama devam edemedim. Bedeninin kasıldığını hissettim. Bir anda iki kolumu kavradı ve beni sarstı. Sesini biraz yükselterek "Söylesene nerde ablam?" dedi. Gözleri dolmuştu.
"Biz enkazdaydık. Sonra o beni yalnız bıraktı." dedim hıçkırıklarımın arasından. Gözünden bir damla yaş aktı. Başını ellerini arasına aldı ve hıçkırarak ağlamaya başladı.
"Hayır, hayır ölmedi. Ablam ölmedi." diye sayıklıyordu. Kendime çekip bu sefer ben sarıldım ona. Birbirimizin omzunda akıttık yaşlarımızı.
İkimizin de hıçkırıkları iç çekişlere dönüşünce yavaşça başımı omzundan kaldırdım. Annemin gözlerinin aynısı olan kızarmış gözlerine bakarak iç çektim.
"Adın ne?" diye sordu boğuk sesiyle.
"Dicle Naz, seninki?"
"Ulaş Çilingiroğlu." dedi. Demek annemin soyadı Çilingiroğlu'ydu.
"Kaç yaşındasın?" diye sordum. Acaba ona ne diye seslenmemi isterdi. Dayı? Abi? Ulaş?
"35, Sen?"
"18"
"Yanlış anlamazsan, baban?" diye sordu. Haklıydı merak etmekte. Anlatacak gücü kendimde bulamadım. Ağlarken yere düşürdüğüm mektubu eğilip aldım ve ona uzattım. Bir şey demeden aldı ve okumaya başladı. Kendi görsün ablasının bize yaptıklarını istedim.
Mektubu okurken yüzünden birçok ifade geçti: acı, özlem, kırgınlık... En çok da kızgınlık. Sinirle ayağa kalktı. "Bunu nasıl yapar? Benim ablam nasıl bu kadar bencil bir insan olabilir?" Odanın içinde ileri geri yürümeye başladı. "Bunca yıl nasıl saklar seni? Ya ölmeseydi? O zaman hiç tanıyamayacak mıydık seni? Kafayı yiyeceğim."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yıkım
Novela JuvenilKlişelerden uzak gerçek aile, abi ve asker kurgusudur. :) Bu yıkım hepsinden büyüktü, yerle bir olan şehirlerin yanında ben de yıkılmıştım. O enkazdan çıkmıştım ama öğreneceklerimden sonra hiç çıkmamış olmayı dileyeceğimden bihaberdim. Depremde haya...